Ekonomik Adalet Mümkündür
insan arasındaki ilişkileri, insanın temel kabulleri şekillendirir. Bu ön kabuller, son tahlilde olgulara yüklenen anlamlar ve bu anlamları ifade eden kelimelerdir. Allah, resullerini bu kelimelerden bazılarının anlamlarını doğrulayarak, bazılarını doğrultarak bazılarını da tamamen nesh ederek dengelemek için göndermiştir.

Resullerden sonra değişen şartlara göre değişmesi gereken hükümler içtihatla, daha derin bir değişim/ postula’nın değişimi ise tecditle mümkündür.İnsanların, resullerin, filozofların ve ariflerin söyledikleri tüm sözler temelde beş şeye dairdir.

Allah’a, varlığı var eden var’a dair sözler.
Mevcudatın sınırlarına ve ahirete dair sözler.
İnsan-Allah ilişkisine dair sözler.
İnsan-İnsan ilişkilerine dair sözler.
İnsan-tabiat ilişkisine dair sözler.

İnsanların bu konulara kasıtlı ya da kasıtsız, yanlış anlamlar yüklemelerinden dolayı hem insan-insan ilişkilerinde, hem de insan-tabiat ilişkilerinde büyük problemler ortaya çıkmıştır. Denge bozulmuştur. Böyle zamanlarda Allah, insanlara konuşan, doğrulayan ve doğrultan elçiler göndermiştir. İnsanlar varlığı var edene, mevcudatın sınırlarına, sonuna, canlılar ve insan için ölüm sonrasına, İnsan-Allah ilişkilerine, insan- insan ilişkilerine ve insan tabiat ilişkilerine dair inançlar ve çeşitli uygulamalara sahiptiler. Resuller bu inanç ve ilişkilerde ki yanlışlıkları doğrultmuş, doğruları tasdik etmişlerdir.

Son Resul Hz. Muhammed’in düzenlemelerinden sonra, insan-insan ve insan-tabiat ilişkileri açısından 13 asır boyunca fazla bir şey değişmemiş; değişenler de tedvin asrına, hicri II. asra kadar şekillenmiş olan anlam zemininden çıkmadan, kıyas ve içtihatlarla çözüme kavuşturulabilmiştir. Ancak daha miladi 14. asırda Gırnatalı Büyük Fakih eş Şatıbi El Muafakat’ında ’şartların değişmesiyle yalnız hükümlerin değil hüküm çıkarma usulünün, postulanın, Şari’nin maksatları açısından değerlendirilerek değişmesi gerektiğini’ söylemeye başlamıştır(tecdit).

17. Asırda Avrupalıların geliştirdiği Kolonicilik ve dış dünyadan Avrupa’ya akan karşılıksız servet sayesinde dünyanın ekonomik dengeleri, koloniciler lehine mübalağalı bir büyüme gösterdi. Bu durum; tüccarlar ve onların etrafında oluşan burjuva sınıfının doğmasına ve Avrupa ülkelerinde siyasal dengelerin de değişmesine sebep oldu. Tarihte ilk kez toprağa bağlı olarak yaşamayan sırf emeğiyle, başkalarının işinde çalışarak geçinen bir sınıf ortaya çıktı.Daha önce kan ve inanç bağları siyasal egemenliklerin meşruiyet zemini iken, bunlar önemini kaybetti ve servet başat oldu.

Sanayi devrimiyle de toprağa bağlı olmadan sırf emeğiyle geçinen insan sayısı daha da arttı. Bu insanlar başkalarının işlerinde çalışmakta ve yaşamlarını sürdürmektedirler.(mucir/ücretli).Toprağa dayalı üretim ilişkileri döneminde emek sermaye ilişkileri, köle-efendi, yarı köle-efendi, günlük-anlık çalışmalar, toplam iş üzerinde barış olarak iş bitimi anlaşması, eşitlik ve serbestlik prensibiyle ücretli sistem ’icare’ emek- sermaye oraklığı,’ mudarebe,’ ’musakat’ ’muzara’ gibi yarıcılık olarak özetleyebileceğimiz, emek-sermaye ilişkisi mevcuttur.

Temelde üç sistem vardır. Ortaklık, ücretlilik, kölelik.
Bu gün bizim aramak zorunda olduğumuz bunlardan hangisine daha yakın olduğumuzu ve hangisinin bize göre adalete daha uygun olduğunu tespittir. Tarihte, herhangi bir kültürde yaşanmış hiçbir kurumun aynen başka bir tarihte veya kültürde yaşanması olası değildir. Köleliği örneğinde düşünürsek, Asya, Avrupa ve Amerika’da çok farklı biçimlerde uygulanmıştır.Mudarebe türü ortaklıklarda katılımdaki eşitlik paylaşımda eşitliği getirmektedir.

Kölelik akdini bu gün kimse teklif dahi edemeyeceğine göre ki İslam hukukunun köleler için belirlemiş olduğu ücret standardına bugün çok az işveren çıkabilmektedir.

Müslümanlar kölelerine ’yediklerinden yedirmekte, giydiklerinden giydirmektedir ve taşıyamayacakları yükü de yükleyememektedirler’ Hukuk bunu emretmektedir. Devlet bunun arkasındadır. Yani bu hükme göre işveren işçisini kendi yaşam standardında yaşatmak zorundadır diyebiliriz.

Bu gün dünyada ve ülkemizde en yaygın olan ilişki ücretliliktir (icare).
Evrensel ilkeler eşitlik, adalet ve özgürlük olduğuna göre, emeğin üretime katkı oranı esas alınarak net karda katkısının yarısını hak eder desek sorun adil bir şekilde çözülür. Yeryüzünde mutlak adalet mümkün değildir. Ancak yine de emeğin insanların eşitliği ilkesine uygun olarak çalışabildiği ve adil olana en yakın emek sermaye ilişkisi; emekle sermayeyi ortak sayan yarıcılıktır. Roma, Mısır, İran, Amerika ve İslam medeniyetlerinde bir çok şekliyle uygulanmıştır. Başlangıcından günümüze kadar İslam toplumlarında da toprağa dayalı üretim ilişkilerinde ve ticarette çok yaygın olarak uygulanmıştır ve uygulanmaktadır.Üretimin tarım dönemi uygulamalarının temel unsurları toprak, alet, tohum ve emektir. Bu unsurlardan hangilerine sahip olduklarına göre ortaklar arasında üretilen değerden alacakları pay belirlenmiştir. Örneğin; toprak ve tohum birinden, emek ve alet birinden olursa Allah Resulü ve Raşid Halifeler döneminde emekçi (mudarib) üretilen değerin yarısını, tohum da emekçidense yarıdan fazlasını aldığını biliyoruz (Rudani).
Allah Resulünün Hayber’deki şahsi hurma bahçesini Yahudi bir mudarib´e %50’ye verdiğini biliyoruz. Yani üretilen değerin yarısına vermiştir. Allah Resulü üretilecek değerin ¼’ine, üçünü kendi alıp birini mudaribe veren bir sahabeye çok kızarak akti iptal ettirmiştir (Buharı Hars). Bu gün sanayi devrimi sonrası gelişen üretim ilişkileriyle yaşamımızı sürdürüyoruz.

Batıda bu üretim ilişkileriyle alakalı orak 19. asır ve sonrasında çok ciddi tartışmalar yaşanmıştır.(Marks, Engels,Mill) Bir tarafta emeği metalaştırarak ona bir alet muamelesi yapan ve ancak günlük yaşamlarını sürdürebilecekleri kaloriyi hesaplayarak ücret vermek isteyen kapitalistler, diğer tarafta ’üretim araçlarının sahibi ancak emekçilerdir’ diyen hak edilmiş mülkiyeti de yok sayan sosyalistler.

Emeğin örgütlü mücadele serüveni, sendikaların da etkisiyle, yalnızca ücretler değil, kazanılan tüm diğer sosyal ve ekonomik haklarla ortalama bir ücret ve bölüşüm sisteminde uzlaşılmış ve evrensel bazı normlara ulaşılmışken; örneğin Fransa’da Peguet (pejo) firması tüm masraflar çıktıktan sonra ürettiği her üç aracın birini devlete, birini işçiye, birini sermayeye alırken, neo-liberal akımların etkisiyle, üretilen değer üzerindeki emeğin payını işsizlikten de yararlanarak düşürmek için, küresel ve ulusal yollar aramaya başlamıştır.
Halen Modern İslam Aklı konuyla ilgili kuşatıcı, özgürlükçü, eşitlikçi, adil bir bakış açısıyla bir çözüm modeli ortaya koyamamıştır. Bunda elbette Müslümanların sanayi toplumu olamamalarının etkisi de var. Ancak günümüzde milyonlarca insan bu belirsizliklerden dolayı emeğinin karşılığını almak bir yana aldığı ücretlerle açlık sınırının altında yaşamaktadırlar. Bu konuyla ilgili Müslüman bilginlerin, ’işçinin alın teri kurumadan onun ücretini verin’, ’kölenize taşıyamayacağı yükü yüklemeyin’, ’işçi tutup da ondan tam yararlandığı halde ona hakkını tam vermeyenlerin mahşerde düşmanı bizzat benim(hadisi kutsi)’ gibi hadisi şerifleri hatırlatmaktan ibarettir.

Sorun; emekçinin belirlenmiş olan emeğinin ödenmesi değil, çalışması karşılığında ortaya çıkan değerden payına düşen oranın ne olduğunun adaletle tesbit edilmesidir. İş veren, işçime hakkını alın teri kurumadan vereceğim. Ona taşıyamayacağı yükü de yüklemiyorum. İşçimin ne kadar işine karşılık ne kadar ücret vereyim ki Allah mahşerde bana ’işçimin emeğini sömürdüğüm’ gerekçesiyle bizzat düşmanlık etmesin.

İslam’ın makro ve mikro düzeyde bu çağda geçerli olabilecek bir ekonomik adalet önerisi yok mu ’
Bazı bilginler ücreti ’serbestçe aralarında anlaşırlar ve ücret rıza ile belirlenir.’ diyor. Bu işler rıza ile olur demek, bu günün şartlarında kurtla kuzunun adil pazarlığı ve kuzunun rızasıdır. Bir tarafta hiç çalışmasa da ömür boyu rahat ve bolluk içinde yaşayabilecek bir servete sahip olan sermayedar. Diğer tarafta evine ekmek götürmezse açlıktan ölecek çocukları olan bir anne yada baba. Buradan adalet çıkacağına inanmak saflık olmuyor mu’ Burada açık bir karaborsa mantığı işlemektedir. İşine gelirse, sokaklar senin gibi milyonarca işsizle dolu denilen bir ortamda rızadan bahsetmek korkunç bir adaletsizliğe alet olmaktır. İslam hukuku zayıftan yana değil mi’ Burada neden zayıfı korumak için bazı temel ilkeleri olmasın’

Maliki ulema ’emek- sermaye akitlerinde kazanılacak olan toplam gelirin ne olacağının emek tarafından bilinmemesi halinde akdin caiz olmayacağı görüşündedir(Şatıbi-El Muaffakat, Muhammet Tahir b Aşur- İslam Hukukunda Gaye Problemi).İşçi-işveren ilişkisinde emekçinin üzerinden işverenin ne kadar kazandığını emekçi bilmiyorsa akit caiz midir’

Söz ne zaman İslam ekonomisine gelse ifadeler zekat, infak, sadaka, gibi İslam’ın sosyal güvenlik sistemlerine kayıyor. Oysa bunlar ekonominin değil maliyenin ve daha da altta sosyal güvenlik sistemlerinin, sosyal adaletin konusudur. İslam’ın bir ekonomik adalet önerisi yok mu’ Her işte adaleti emreden Allah, yer yüzünü imar için yarattığı insanların, imar faaliyetleri sırasındaki işçi-işveren ilişkisinde adaleti emretmiyor olabilir mi’ İslam ilginlerinin günümüz şartlarıyla bu konuya, Şari’nin maksatları açısından ilkeler belirlemeleri gerekmiyor mu’ Bunun toplumsal dönüşümümüzden öte insanlığa karşı bir sorumluk yönü de yok mu’

Bu gün ülkemizde Müslüman iş adamlarının kurduğu çok ortaklı şirketler vardır. Bunlara İslam hukukunun da konusu olan ’mudarebe, müşakat, muzara’ gibi ’emek sermaye ortaklığı’ demektedirler. Bu son derece yanlış bir tanımlamadır. Söz konusu şirketlere eğer bir isim gerekiyorsa çok patronlu şirketler demek daha doğru olur. Çünkü emekle sermaye ortaklılığı olabilmesi için üretilen değerin emekçilerle sermayedarlar arasında pay edilmesi gerekir. Oysa bu işletmelerde emeğe verilen ücret, şirketin gider kalemlerinden biridir.

Kar, işi yöneten girişimcilerle(!) patronlar arasında bölüşülmektedir. İşi yürütenler, girişimci de değildirler, emek sayılmaları gerekir, çünkü sermayenin riskini taşımadan patronluk yapmaktadırlar. Burada emek sermaye ortaklığından söz edilebilmesi için, işin başındaki şahıslardan en vasıfsız çalışana kadar emek ortağı (mudarib), malıyla katılan herkes de sermaye ortağı olur. Tüm masraflar çıktıktan sonra kar önce emekle sermaye arasında ikiye ayrılır, sonra da her bölüm kendi arasında adaletle üretime katılım ve katkı oranında dağıtılır. İşi yürütenler, hem sermayedarların hem de emekçilerin üzerinden haksız kazanç sağlamaktadırlar. Bu şirketlerin mülkünün sahibi sermaye vererek bu şirketlere katılanlardır. Emekçilerse üretilen değere ortaktırlar.
Tüm üretim aşamalarındaki emekçiler üretilen değerdeki paylarını katkıları oranında alırlarsa ve zarar durumunda da bir şey talep etmezlerse o zaman emek sermaye ortaklığı denebilir. Hangi üretim biçimi ve hangi ücret sistemi benimsenirse benimsensin, üretilen değerde emeğin katkısı olmazsa olmazdır. Bir şeyin olmazsa olmazı o şeyin en az yarısını hak eder.

Ücret tespitinin her aşamasında ’ üretilen değerde emek sermayenin eşitidir’ ilkesi akli ve ahlaki bir zorunlululuktur. Bir anayasal ilke olarak benimsenmelidir. Bu ilke azami adaleti sağlamanın yanında vergi kaçağını da hemen hemen imkansız hale getirir. Üretilen değer bilinmeden paylaşım olamayacağına göre, muhasebe aşamasında devlet müşahit maliyeci bulundurur, üçüncü taraf olarak harmandan payını alır.
Bu ilkeyi mikro ekonomik düzeyde bir anayasal ilke olarak kabul edecek bir ülkede yıllık %5 büyüme olsa ve emeğiyle geçinenlerin elinde hiçbir değer olmasa, her yıl %2.5 emekçilerin yönünde hareket edecektir ve en geç yirmi yılda ulusal servetin yarısı doğal ve meşru el değiştirmesi sağlanacaktır.’

Servet tüm toplumsal katmanlara ulaşacaktır. Toplumsal devinim, bir üst gelir gurubuna atlama, biriken servetle ticaret veya sanayi yatırımları dolayısıyla sınıf değiştirmelerde doğal ve meşru yollardan gerçekleşir.

Ulusal servetin yarısından fazlasına nüfusun yarısı sahipken, o ülkede kimse insan hakları ihlali yapamaz. Siyasi manipülasyonlarla iktidar oyunlarına kalkışamaz. Ekonomik ve sosyal gelişim hızı da aynı oranda artar.

Bütün bunlar kabul görür mü bilemem ancak bir vicdan sahibi işveren eğer mahşerde ’Allah’ın kendisine bizzat düşmanlık’ etmesini istemiyorsa kestirmeden bir ücret hesaplaması yolu söylüyorum, onu yapabilirler adalet değildir ancak tüm ücret sistemlerinden daha iyidir.

İşçinizin yerine kendinizi koyun ve aynı işi siz yapsanız ne kadar ücret almak isterdiniz yazın. İşçinize verdiğinizi de yazın. Büyük olandan küçük olanı çıkarın. Fark yoksa sorun yok. Fazla veriyorsanız sevinin. Ahrette onun karşılığını fazlasıyla alırsınız. Eğer eksikse, bilin ki ahrette hasmınız yalnız hakkını yediğiniz işçiniz olmayacaktır.

Eleştiri ve önerileriniz için: hfkose@yahoo.com
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2007-04-26Yazar Hasan KÖSE (MAZLUMDER GYK Üyesi)
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4645592