23 NİSAN 1999 TARİHİNE KADAR İŞLENEN SUÇLARDAN DOLAYI ŞARTLA SALIVERİLMEYE, DAVA ve CEZALARIN ERTELENMESİNE DAİR KANUN HAKKINDA

 

11.12.2000 Av. Bülent Deniz

4610 SAYILI
23 NİSAN 1999 TARİHİNE KADAR İŞLENEN SUÇLARDAN DOLAYI ŞARTLA SALIVERİLMEYE, DAVA ve CEZALARIN ERTELENMESİNE DAİR KANUN
HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME


Giriş
Uzun tartışmalardan sonra yaklaşık olarak bir buçuk yıldır ülke gündeminde ağırlıklı bir yer tutan Af Kanunu, F tipi cezaevi, ölüm oruçları, banka operasyonları ve ekonomik kriz eşliğinde TBMM’ye sunulduktan çok kısa bir süre sonra 8 Aralık 2000 tarihinde kabul edildi.

Bu değerlendirme raporu ile bazı teknik noktalara temas ederek yasa hakkındaki düşün-celerimizi aktarmaya çalışacağız.

Bundan sonraki süreç
TBMM. den çıkan yasanın yürürlüğe girmesi, Cumhurbaşkanı tarafından yayımlanması şartına bağlıdır. Anayasanın 104. maddesine göre cumhurbaşkanı; kanunları yayımla-mak, kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek ve kanunların Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak görev ve yetkisine sahiptir.

Anayasanın 89. maddesine göre; cumhurbaşkanı TBMM. tarafından kabul edilen ka-nunları 15 gün içinde yayımlar. Yayımlanmasını uygun bulmadığı kanunları bir daha görüşülmek üzere gerekçesi ile birlikte aynı süre içinde TBMM. ne geri gönderir. TBMM. geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımla-nır, TBMM. kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı kanunu tekrar TBMM. ne geri gönderebilir.

Yani şu an itibariyle önümüzde üç seçenek bulunmaktadır:
• Cumhurbaşkanı tarafından yasanın yayımlanması: Bu durumda yasa yürürlüğe girmiş olacak ve uygulanacaktır.

• Cumhurbaşkanı tarafından yasanın TBMM. ne tekrar görüşülmek üzere geri gönder-mesi: “Veto etmek” olarak adlandırılan bu durumda, Cumhurbaşkanı 15 gün içinde gerekçesi ile birlikte kanunu TBMM. ne iade eder. Böylelikle kanun yürürlüğe gir-mez. TBMM. geri gönderilen kanunu tekrar gündemine alarak görüşür ve;
• Aynen kabul eder: Bu durumda Cumhurbaşkanınca kanun yayımlanır ve yürürlüğe girer
• Değiştirerek kabul eder: Bu durumda da Cumhurbaşkanının kanunu tekrar TBMM. ne gönderme yetkisi bulunmaktadır.
• Cumhurbaşkanı tarafından kanunun yayımlanıp arkasından Anayasa Mahkemesine iptal davası açılması.

Bu seçeneklerden hangisinin olacağı en geç 15 gün içinde belli olacaktır. Önceden bir karar vermediği takdirde Cumhurbaşkanının eğilimi en geç 23 Aralık 2000 tarihinde (yani hemen bayram arefesinde) belli olacaktır.


Cumhurbaşkanı ne yapabilir?
Cumhurbaşkanının önüne gelen yasayla ilgili olarak nasıl bir tavır alacağı şu an için kestirilemeyen bir durumdur. Aşağıda belirttiğimiz yasadaki teknik aksaklıklar, yasanın uygulanması ile Anayasal eşitlik ilkesinin ihlal edilme olasılığı, toplumda af karşıtı yükselen sesler ve her şeyden önemlisi Cumhurbaşkanının hukukçu kökenli olması gibi faktörler ister istemez Cumhurbaşkanının TBMM. den jet hızıyla geçen bu yasayı veto edeceği ihtimalini güçlendirmektedir.

Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde şu anda bu konu ile ilgili olarak yaşanan kargaşa ortamı (belki) biraz durulabilir ve hukuk mantığıyla sağduyulu bir değerlendirme yapılarak doğru dürüst (!) bir yasa çıkarılabilir.

Cezada güdülen amaç
İnsanlığın varoluşundan bu yana toplumlarca suç olarak kabul edilen eylemleri gerçekleştirenler için bir bedel ödenmesi söz konusu olmuştur. Tarihi plan içine fazlaca girmeden, eski çağlardan bugüne ceza (veya ceza siyaseti) ile güdülen amacın toplumca suç sayılan eylemi gerçekleştiren suçlunun mağdur ettiği kişinin ve bu suç nedeniyle zarar görmüş bulunan kamu vicdanının tatmin edilmesi olduğu söylenebilir. Yine ceza ile suç işlemiş bulunan kişinin ıslah edilmesi ve bir daha suç işlemekten çekinmesi de amaçlanmaktadır.

Böylelikle, suçluların cezalandırılması ile suçtan zarar görmüş kimsenin, suçluyu kendi kendine cezalandırmaya kalkması (ihkakı hak)’nın önüne geçilmiş olmakta ve ayrıca toplumu oluşturan diğer bireylerin suç işlemekten kaçınması, çekinmesi sağlanmaktadır. Yani kamunun adalet duygusu oluşturulmakta ve tatmin edilmektedir.

Suçluların ceza görmediği veya yeterince ceza görmediği toplumlarda, toplumsal adalet duygusu rencide olacak, toplumu oluşturan diğer bireylerin suç işlemesi teşvik edilmiş olacak ve toplumda anarşi başlayacaktır. Dolayısıyla o toplumun devamlılığı ciddi olarak tehlikeye düşecektir. Bu anlamda yerinde bir ceza siyaseti ile güdülen nihai amacın toplumun sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlamak olduğu dahi söylenebilir.

Af veya erteleme
Ancak yukarıda tüm söylenenlere karşın suçluların bazı hallerde affedilmesi veya cezalarının ertelenmesi gibi müesseseler ile de cezada güdülen amaçlara varmak mümkündür. Özellikle suçluların ıslah olması ve bir daha suç işlemekten çekinmeleri yönünde bir hedefin bazen af veya ceza ertelemesi ile gerçekleştirilebilmesi müm-kündür.

Ne zaman?
Ancak bu durumda ilk aranması gereken koşulun toplumun böyle bir uygulamayı benimseyip benimsemediğidir. Yani ceza ile bir yandan suçlunun ıslahını amaçlarken, öte yandan da kamuoyundaki adalet duygusunun tatmin edilmesi gözetiliyorsa, af veya erteleme düşünüldüğünde toplumun o an içinde bulunduğu durum nazara alınarak uygulanacak af veya ertelemenin toplum vicdanını ve adalet duygusunu yaralayıp yaralamayacağı ve her şeyden önemlisi toplumu oluşturan bireyleri suç işlemeye teşvik edip etmeyeceği araştırılmalıdır.

Toplumların hayatında bazen öyle dönemler olabilir ki, toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç duyulabilir. Toplumda gerçekleşen sosyal dönüşümler sonucunda toplumsal barış isteği doğabilir. Büyük ve önemli sosyal dönüşümlerin ertesinde yeni bir çizgiye oturacak toplumsal devamlılık için bu toplumsal barışın, toplum için büyük kazanımlar getirmesi söz konusu olabilir.

Örneğin; ihtilal dönemlerinin akabinde, askeri rejimin sona erip sivil bir yaşama geçildiğinde, büyük bir savaş, milli felaket, ağır bir ekonomik kriz sonrası yeniden yapılanma dönemi geçiren toplumda birlik olma duygusunun oluşturulması, toplumun idare edildiği rejimdeki değişikliklerde (yani monark bir idareden demokrasi rejimine geçilmesi), ilh... gibi durumlarda suçluların affedilmesi toplumsal bir kazanç olabilir.

Ama mağdur hakları
Ceza ile güdülen amaçlardan biri de, yukarıda da belirttiğimiz gibi mağdurun öç alma duygusunun toplum tarafından kurulmuş kurumlar aracılığı ile tatmin edilmesidir. Yani mağdur (veya suçtan karar görmüş kişilerin yakınları) tarafından yerine getirilecek bir ceza verme (ihkakı hak)’nin yerine, toplumca önceden saptanmış sistematik içinde bir cezalandırma yapılarak mağdur adına hareketle (mahkeme kararlarında “Türk milleti adına hareket eden ... mahkemesi” ibaresinin kaynağı budur) suçluyu yargılar ve cezalandırır.

Dolayısıyla bu perspektiften ceza ve af müesseselerine bakıldığında, mağdurun ön-ceden vermiş olduğu zımni bir yetki ile oluşmuş bulunan yargı ve ceza infaz sistemi içinde suçlunun cezasının fiilen çektirilmesinden vazgeçilerek affedilmesi veya ceza-sının ertelenmesi gibi bir durumun olabilmesi için önceden zımnen yetki vermiş bu-lunan mağdurun bu konuda da yetki vermiş olması gerekmektedir. Yani mağdurun bu hususta vermiş olduğu bir yetki olmadıkça, suçlunun cezasının çektirilmesinden vazgeçilmesi hakkaniyete uygun olmayacaktır.

Peki, mağdurun cezanın çektirilmesinden vazgeçilmesine ilişkin yetkiyi verdiğini nasıl anlayacağız ya da böyle bir yetkinin verilmiş olduğunu hangi şartlarda kabul edebiliriz?

Bu konu ceza hukukunun en önemli problemlerinden biridir. Tamamiyle öç alma duygusu üzerine oturtulmuş ceza siyasetinin uygulandığı hukuk sistemlerinde, mağdurun açık onayı olmadıkça suçlunun cezasının affedilmesi mümkün değildir. Veya (yukarıda “ne zaman” başlığı altında açıkladığımız bilgiler ışığında) toplumda bu konuda bir consensusun oluşmuş olduğu kabul edildiğinde toplumun birer bireyi olan mağdurların da (bu consensus içinde yer almaları nedeniyle) bu konuda zımni bir yetki (veya muvafakat) vermiş olduğu kabul edilebilir.

Kanaatimizce, toplumsal uzlaşı beklentisinin consensus biçiminde ortaya çıkmadığı durumlarda mağdurun cezanın affedilmesine ilişkin yetkisinin varlığı aranmalıdır. Yani suçlunun affedilmesinde öncelikli olarak mağdurun affetmesi öngörülmelidir. Hukuk sistemimiz içinde bu koşulun aranması veya uygulanması mümkün değildir. Ülkemiz ceza hukuku ve ceza infaz hukuku bu koşulu içerecek temel üzerine bina edilmemiştir. Dolayısıyla toplumsal uzlaşı yönünde consensusun olmadığı durumlarda suçluların ce-zalarının affedilmesine gidilmemeli, sadece ve sadece iradesini açık olarak ortaya koyabilmesi bakımından devletin kendisine karşı işlenen suçları affetmesi düşünülmelidir.


4610 sayılı yasa af yasası mıdır?
Bu değerlendirme yazısına konu olan 4610 sayılı yasa, ismi itibariyle bir af yasası değilmiş gibi görünse de, sonuçları itibariyle cezaların fiilen çektirilmesinden vazgeçilmesi nedeniyle af yasası olarak kabul edilebilir. Yasayı, klasik anlamda af yasası olmaktan çıkarabilecek tek husus, bu yasadan yararlanan suçlunun belli bir süre içinde suç işlemesi halinde cezasının affedilen kısmının çektirilmesi hususunu içer-mesidir.

Eleştirilerimiz
Bu bölümde yasayı hukuk mantığı ve teknik içinde değerlendirerek yasada tespit ettiği-miz aksaklık ve yanlışlıklara temas edeceğiz. Bu nedenle konunun kolaylıkla anlaşılabilmesi bakımından sistematik kaygısı olmadan eleştirilerimizi maddeleştirerek ifade etmeyi uygun bulduk:
• Yasa 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlara ilişkindir. Bu tarihin seçilmesinin nedeni, 18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra oluşan siyasi iktidarın 23 Nisan tarihini baz alarak çıkarttıkları ve ancak zamanın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen af yasasından hareket edilmiş olmasıdır.

Ancak o tarihlerde vetodan hemen sonra TBMM. nin iade edilen yasayı tekrar görü-şerek bir karar vermesi gerekirken, siyasi iktidarı oluşturan partilerin anlaşamaması, toplumdaki af karşıtı söylemlerin artması vb. sebeplerle aradan bir buçuk yıl geçtik-ten sonra iade edilen yasanın yerine bu yasa çıkartılmıştır.

Aradan bu geçen sürenin uzunluğu dikkate alındığında daha yakın bir tarihin belirlenerek, bu tarihe kadar işlenen suçların yasa kapsamına alınması toplumu rahatlatıcı bir fayda sağlayacaktı. Bu şekliyle, hiçbir af yasasında görülmeyen uzun bir zaman aralığını tercih eden bu yasanın suçlular arasındaki dengeyi bozacağı şüphesizdir.

• Yasa ile henüz hakkında cezayı gerektiren bir mahkumiyet kararı bulunmayan ve dolayısıyla aksi kesinleşmiş mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar masum sayılması gereken kişiler için de ceza indirimi öngörülmüştür.

Yani halen yargılaması devam eden bir sanık hakkında henüz dava açılmamış ise, açılacak davanın iddianamesinde yazılı suçun karşılığı olan azami cezanın miktarına göre 10 yıldan az olması durumunda davanın açılması ertelenecektir. Veya hakkında kamu davası açılmış ise, bu kimseler için mahkemenin kesin hükme bağlanması ertelenecektir.

Yani hakkında suç isnad edilen kimsenin suçluluğunun anlaşılması bu yasa ile birlikte ertelenecektir. Bu durum suçsuzluğunu ispat etme hakkı bulunan sanığın haklarına aykırıdır. Suç isnadı ile karşı karşıya kalan sanığa suçsuzluğunu ispat imkanı tanınmalı ve bu nedenle hakkındaki yargılama devam ettirilmelidir. Suçsuz olduğuna inanan sanığın, toplum içinde “af yasasından faydalandı ve kurtuldu” dü-şünceleriyle toplumun görünmeyen yargısına muhatap olmayı kabullenmesi mümkün değildir. Sanığa kesinleşmiş mahkeme kararıyla suçsuz olduğunu kanıtlama imkanı verilmelidir. Nitekim, 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlenmiş disiplin cezalarını affeden 4455 sayılı Memur Affı Yasası sanıklara bu imkanı tanımış, suçsuzluğunu kanıtlamak isteyenlere kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay süre içinde mahkemeye başvurarak yargılamanın devam etmesine imkan vermiştir. Yargılamanın sanığı aleyhine sonuçlanması halinde de af yasasından yararlanması da kabul edilmiş idi.

• Yukarıda anlatıldığı şekilde şu anda ülkemizde af yasası hakkında muhtelif görüşler mevcuttur. Ancak tespit edilen o dur ki, ülkemizde (şahıslara arşı işlenmiş suçlara ilişkin) af yasasının olması yönünde bir uzlaşı bulunmamaktadır. Yani öncelikli olarak mağdurların zımni muvafakati anlamına gelebilecek bir af consensusu toplumda mevcut değildir. Ülkemiz önemli bir sosyal dönüşüm vb. süreçleri de yaşamamıştır.

Dolayısıyla yukarıda anlatılanlar ışığında şu anda bir af yasasının olması isteniyorsa, bu affın sadece ve sadece devletin kendisine karşı işlenmiş suçları affetmesi çerçevesine oturtulması, kişilere karşı işlenen suçların kapsam dışında bırakılması gerekmektedir. Ancak mevcut yasa tam tersi bir sonucu doğurmaktadır. Yasanın uygulama kapsamı dışında tuttuğu suçlar devlete karşı işlenen suçlar, kapsadığı suçlar da kişilere karşı işlenen suçlardır. Bu durum ceza ile güdülen amaca ve ceza siyasetine aykırıdır. Toplumun adalet duygusunu rencide edecektir. Nitekim mağdurlar ve yakınları tarafından yasa aleyhine kamuoyu oluşturma yönündeki çalışmalar da bu doğrultudadır.

• Yasa, TCK. nun 240. maddesinde düzenlenen memurların görevini kötüye kullan-masına ilişkin suçu kapsam dışında bırakmıştır. Ancak TCK. nın sistematiğinde me-murların memur sıfatlarından dolayı işleyebilecekleri suçlar sadece 240. maddede düzenlenmemiş olup buna ilişkin düzenlemeler TCK. nun 228. maddesinden başlamaktadır.

Yani memurların bu sıfatlarıyla ilgili işleyebilecekleri suçlara ilişkin ana düzenleme 228 ila 240. maddeler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla af yasası, bir suçu kapsam dışında bırakmaya kalkmış, ancak suça ilişkin ana düzenlemeyi affederken tali mahiyette bir düzenleme olan 240. maddeyi affetmeyerek hukuk tekniği açısından ciddi mahzurlar doğuracak bir yaklaşım göstermiştir.

Yasanın bu düzenlemesinde hakkaniyetli ve hukuk tekniğine uygun bir yaklaşı-mın olabilmesi için yasanın kapsam dışında bıraktığı 240. maddenin de af kap-samı içine alınması gereklidir.

• Aslında af yasasının TCK. 240. maddesini kapsam dışında bırakmasının ardında siyasi bir oyun yatmaktadır. Bu madde genellikle yerel yöneticiler, yani belediye başkanları tarafından ihlal edilmeye müsait bir maddedir.

Okul bahçesinin çok küçük olması sebebiyle yolun iki metrelik bir kısmını encümen kararları ile okul bahçesine katan bir belediye başkanı hakkında bu maddeden dolayı dava açılmış ve hakkında verilen hapis kararı kesinleşmiştir. Yine bir belediye başkanının, beldesinde ambulans olmadığı için doğurmak üzere olan bir kadını kendi makam aracıyla hastaneye götürmesi ile bu maddeden dolayı hakkında dava açılması gündeme gelmiştir. Yani belediye gibi günlük yaşamın hemen her alanında olan ve düzenleme getiren kurumların işleyişindeki detayların akıl almaz boyutlarda olması, bu maddenin ne kadar kolaylıkla ve suç işleme kastı olmaksızın ihlal edilebileceği ortaya koymaktadır.

Bu maddenin özellikle kapsam dışında bırakılmasının ardında yatan siyasi oyun bu-rada başlamaktadır. Yerel yönetimlerde çoğunlukla ve iki dönemdir Fazilet Partili belediye başkanlarının görev yapması ve yukarıda örneklendiği şekilde suç işleme kastı olmayan belediye başkanlarının hemen hemen tamamın yakını hakkında bu maddeden dolayı bir çok yargılama yapılıyor olması nedeniyle af yasasının bu mad-desiyle siyasi rakibinden öç almayı sağlayan bir düzenleme getirilmiştir.

• Adliyelerdeki davaların büyük çoğunluğunu, alacak ilişkisi nedeniyle meydana gelmiş ihtilaflar oluşturmaktadır. Yaşanan ekonomik çalkantılar nedeniyle ülkemizde ödenmeyen alacaklar, protesto olan senetler, karşılıksız çıkan çekler çoğalmakta ve çoğu kez borçluların malvarlıkları üzerinde yapılan icra işlemleri de yasalarımızın borçlulara getirdiği kolaylıklar nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır.

Bu durumda alacaklı için borçlunun hapis yolu ile tazyik edilerek borcu tahsil edilmesi yolu denenmektedir. Bu imkan İcra İflas Yasası ile düzenlenmiş mal beyanında bulunmama, taahhüdü ihlal, Türk Ceza Yasasında düzenlenmiş yedieminliği suiistimal ve 3167 sayılı yasa ile düzenlenmiş karşılıksız çek keşide etmek suretiyle dolandırıcılık suçları ile doğmakta ve bu suçlardan dolayı borçlular hakkında hapis cezaları verilmekte, hapse gireceği korkusuyla borçluların ödeme yapmaları sağlanmaktadır. Çoğu kez de bu imkan alacaklı için son imkan olarak kalmakta ve borçlu hakkında hapis cezası kararı aldıramayan alacaklı için alacağın tahsili ihtimali ortadan kalkmaktadır.

Hal böyle iken, af yasasının bu suçlardan mahkum olanlar için de uygulama alanı getirmesi milyonlarca alacaklının mağdur olmasına ve mağduriyetlerini devam etmesine yol açacaktır.

Oysa ki bu suçların affı zaten kendi içinde mevcuttur. Örneğin karşılıksız çek ke-şide eden bir sanık gibi tüm bu suçları işleyen sanıklar borlarını ödediklerinde, hak-kında verilmiş bulunan hapis kararı kaldırılmaktadır. Kendi içinde ödeme ile affı mümkün olan bir suç için af yasası getirmek hakkaniyete uygun değildir.

• Anayasanın 10. maddesi; “kanun önünde eşitlik” başlığını taşımaktadır. Bu maddeye göre; “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Anayasanın bu temel prensibi, kanaatimizce 4610 sayılı yasa ile ihlal edilmektedir. Yasanın kapsam dışında tuttuğu dolandırıcılık suçlarını düzenleyen 503. ila 506 maddelerinden ceza alanlar bu aftan yararlanamayacak iken, daha ağır bir cezayı gerektiren ve kanaatimizce mağdura daha çok zarar veren emniyeti suiistimal suçundan mahkum olanlar bu yasadan yararlanacaklardır.

(Evvelce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle işbu Yasaya ilave edilen 2. Madde ile, TCK 312 maddede yer alan suçların sözlü ifade ile işlenmesi er-teleme kapsamına alınmış olmasına rağmen, büyük çoğunlukla söz ve yazıyla işlen-mesi mümkün olan Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki yasadan ceza alanlar yasanın kapsamı dışında tutulmuşlardır.

Aynı şekilde 312. maddeden dolayı ceza alan sanığın cezası affedilirken, bu ceza nedeniyle oluşan memnu hakların iadesi yasada düzenlenmeyerek, sadece cezanın kaldırılmasıyla eksik bir durum meydana getirilmiş olmaktadır.

Yasanın kapsam itibariyle oluşturacağı eşitsizlik açıktır. Nitekim geçtiğimiz dönem-lerde de çıkartılan af veya şartla salıverme yasalarında, yapılan başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından anayasadaki eşitlik ilkesi gözetilerek kapsam genişletilmişti.

Kanaatimizce, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere dava açma ehliyeti bulunanlarca (ana muhalefet partisi, vs..) bu yasa Anayasa Mahkemesi önüne götürülecektir. Keza bu yapılmasa bile yerel mahkemelerde görülmekte olan ve bu yasa kapsamına alın-mayan suçların yargılandığı davalarda sanıklar tarafından anayasaya aykırılık iddialarında bulunulacak ve herhangi bir yerel mahkemenin bu talebi ciddi bulup kabul etmesi halinde 4610 sayılı yasa Anayasa Mahkemesinde görüşülecektir.

Sonuç
4610 sayılı yasa, toplumsal bir uzlaşmanın sonucunda getirilmemiştir. Dolayısıyla uygulanması ile toplumun adalet duygusu rencide edilecek ve kamu vicdanı rahatsız olacaktır.

Yasanın uygulanması ile mahkumlar arasında eşitsizlik meydana gelecek, bir de bu açı-dan yasanın toplumda oluşturacağı rahatsızlık artacaktır.

Yasa hükümleri itibariyle ülkemizin hukuk devleti olması, düşünce suçu gibi çağa ya-kışmayan kavramların ayıklanması ve bu yönde yasa çalışmalarının yapılmasına ilişkin bir katkı sağlamayacak, yasaklar aynen devam edecektir.

Adaletin olmadığı yerde şiddet olacaktır. Yasa bu haliyle bunu sağlamaya adaydır.


Av. M. Bülent Deniz
11.12.2000
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı Yurt İçi RaporlarTarih 2000-12-11
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4644725