YÖK RAPORU

 


Hazırlayanlar
YILDIZ KONAL - HAMZA

YÖK ÖNCESİ YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARININ YAPISI
ve İŞLEYİŞİNE GENEL BAKIŞ

1924 yılında, Türkiye cumhuriyetinde yüksek öğretim Darulfunun-u Osmani adlı bir üniversite ile askeri ve sivil sekiz yüksekokuldan oluşmaktaydı. Yüksek öğretim kurumlarının tamamı İstanbul’da yer alıyordu.

1924 yılında çıkarılan 4936 sayılı kanun ile Darülfunun-u Osmani’nin adı İstanbul Darülfunun-u olarak değiştirilmiş ve bu değişikli ile birlikte bilimsel özerkliği tanınmıştır.

1933 yılında İstanbul Darülfunun-u kapatılarak 2252 sayılı yasa ile İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. İstanbul üniversitesinin kurulması ve yeni yasanın yürürlüğe girmesi ile üniversite anlayışında bazı yenilikler ortaya çıkmıştır.
Bu yenilikler şöyle özetlenebilir:

-İlk defa üniversite adını alan bir kurum kurulmuştur.
-Üniversitenin görevi , bilimsel araştırma yapmak, ulusal kültürü ve bilinci geliştirmek ve yaymak , ülkenin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan yetiştirmek şeklinde tanımlanmıştır.
-Akademik ve idari kadrolara atamalar yeniden yapılmıştır

1933 yılındaki üniversite reformuna getirilen en önemli eleştiriler üniversitelerin özerkliğinin tanınmamış olması ve öğretim elemanlarının güvencesinin sağlanmamış olması şeklinde dile getirilmiştir. Ülkedeki demokratik teamüllerin gelişmesine paralel olarak yeni bir üniversite reformuna ihtiyaç olduğu kanaatine varılmış ve bu bağlamda 18 Haziran 1946 yılında 4936 sayılı üniversiteler kanunu çıkartılarak yeni bir düzenlemeye gidilmiştir.

4936 sayılı üniversiteler kanunu ile üniversitelere getirilen yenilikler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

-Üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerlik verilmesi
-Üniversitelerin , özerkliğin gereği olarak kendi seçtikleri yöneticilerin denetimine verilmesi
-Üniversitelerde demokratik bir yapının oluşması daha çok kurulların yetkin kılınması
-Üniversite görevlerinin ayrıntılı olarak tanımlanması
-Üniversite öğretim mesleğinin bir uzmanlık işi olarak kabul edilmesi
-Öğretim üyeliğinin bir meslek olarak görülmesi ve doçentliğin öğretim mesleğinde ilk basamak kabul edilmesi
-Öğretim elemanlarının belli kurallara göre yetiştirilip atanması
-Öğretim elemanlarına güvence getirilmesi

1946 üniversite kanunu, demokratik kurallarla işleyen ve dış müdahaleye izin vermeyen bir üniversite yapısı oluşturmuştur. 1960 ihtilali üniversitenin özerkliğini 115 ve 119 sayılı kanunlarla zedelemiş olsa da 1961 anayasası ile üniversitelerin özerkliği tekrar güvence altına alınmıştır.

Üniversite kavramı ilk defa 1961 anayasasında yer bulmuştur. Bu anayasa üniversitelere geniş ölçüde özerklik tanır. 1961 Anayasasının 120. maddesi şöyledir: “Üniversitelerimizin ilmi ve fikri sahada tam bir hürriyet içinde görevlerini yapmaları bütün Türk milletinin üzerinde titizlikle durduğu bir husustur. Geçmiş deneyimler üniversitelerimizin haklarını açıklıkla koruyacak hükümlere gereksinim olduğuna şüphe bırakmamıştır. Özerkliğin anayasada belirtilmesi bu açıklığı sağlayacaktır. Son fıkra Siyasi hayatımızın zenginleşmesi ve partilerin kendilerinden beklenen hizmeti görebilmesi için öğretim üyelerinin partilere girebilmesine imkan vermek, aynı zamanda ilmi çalışmaların memleket realitelerinden uzak kalmamasını sağlamak maksadını aksettirmektedir.”

1968 öğrenci olayları 1971 askeri müdahalesinin gerekçesi sayılmış ve yeni iktidar anayasanın üniversitelerle ilgili 120. Maddesinin değiştirilerek gerektiğinde hükümetin koruyucu önlemler almasını öngörmüştür.

Bu yılları takiben yeni toplumsal şartlar gözetilerek 20.06.1973 tarih 1750 sayılı üniversiteler kanunu çıkartılarak yürürlüğü girmiştir. Bu kanuna göre üniversitelerde yeni düzenlemelere gidilmiştir.
1750 sayılı kanunla üniversitelere getirilen yeni düzenlemeler şu başlıklarda özetlenebilir:

-Yüksek öğretimde bütünlüğün sağlanması
-Kurumların planlama ve koordinasyonunun sağlanması amacıyla yüksek öğretim kurulunun kurulması
-Üniversiteler üzerinde devletin gözetim ve denetlemesini sağlamak üzere başbakanlığa bağlı olarak çalışan üniversite denetleme kurulunun oluşturulması
-Öğretim ve öğrenim özgürlüklerinin güvenlik altında bulundurulması
-Yüksek öğretimde imkan ve fırsat eşitliğinin sağlanması

12 eylül askeri müdahalesinin ardından yüksek okulların yeniden yapılandırılması amacıyla Milli Güvenlik Konseyince yeni bir yüksek öğretim kanunu çıkartılmıştır.

Darbe Sonrası Bir Reform(?) Olarak 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu

12 eylül 1980’deki askeri darbe sosyal yaşamı her alanda düzenleme uğraşısı içine girmiştir. Yapılan her düzenleme yeni bir reform başlığı adı altında kamuoyuna duyurulmuş ve yine tartışılmasına gerek görülmeden sözde reformların kurumsallaşması yönünde gerekli adımlar atılmıştır.

1960-1980 yılları arasında yüksek öğretim kurumlarında gözlenen siyasi hareketlilik iktidara el koyan askeri yönetim tarafından fark edilmiş ve üniversitelerin sözde ıslahı başlığı altında 1981 yılında üniversite reformu için askeri idare tarafından ilk adımlar atılmıştır.

Yüksek öğretim sistemi 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı yüksek öğretim kanunu ile akademik , kurumsal ve idari yönden yeniden yapılandırılmıştır. Bu kanunla ülkemizdeki tüm yüksek öğretim kurumları yüksek öğretim kurulu çatısı altında toplanmış , akademiler üniversitelere , eğitim enstitüleri eğitim fakültelerine dönüştürülmüş , konservatuarlar ve meslek yüksek okulları üniversitelere bağlanmıştır. Böylece söz konusu kanun hükümleri ve anayasanın 130 ve 131. Maddeleri ile kendisine verilen görev ve yetkilerle yüksek öğretim kurulu , tüm yüksek öğretimden sorumlu tek kurum haline gelmiştir.

Tüm yüksek öğretim sistemini düzenleyen ve yönlendiren tek kurum olan YÖK kurumu darbe sonrası tüm yaşam alanlarında hissedilen askeri denetim mekanizmalarından birisi olarak karşımıza çıkar.

1960-1980 yılları arası toplumda gözlemlenen politikleşmenin başlıca aktörlerinin üniversite gençliği arasından çıkması ve sisteme yöneltilen eleştirilerin akademik çevrelerin yürüttüğü entelektüel zihinden beslenmesi darbe sonrası askeri yönetimi üniversitelerin tam denetimi ve yönlendirilmesi noktasında harekete geçirdi.

12 eylül askeri darbesinin sıkıntıları ve kurumlar üzerinde yapmış olduğu tahribatın izleri günümüzde çok açık gözlenmektedir. 1982 anayasası, demokrasi bağlamında bir çok eksik uygulamanın meşruiyet kaynağını oluştururken, YÖK kurumu bağlamında yapılabilecek her hangi bir ıslaha yönelik çalışmanın da önünü tıkamaktadır.

Darbe sonrası bir kurum olarak YÖK anayasal meşruiyete sahip bir kurum iken , toplumsal karşılığı bağlamında aynı şeyleri söylemenin pek mümkün olduğu kanaatinde değiliz. Bugün en çok sorgulanan kurumların başında gelen YÖK , ne üniversitelerde yer alan öğrenci kitlelerini ne de eğitim sistemi içerisinde yer alan akademik camiayı tatmin eden bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yüksek öğretim geleneğinde YÖK’lü dönem üniversitelerin geçmişten getirdikleri demokratik eğilimlerin tüketildiği, eğitim ve araştırma faaliyetini bir arada yürüten görece özerk bir kurum olan ve kendi alışkanlıklarını üretme bağlamında belli bir mesafe kat etmiş olan üniversite olgusunun aşındırıldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

2547 sayılı yasa ile tüm yüksek öğretimde amaçlanan düzenlemeleri şöyle özetleyebiliriz:

-Üniversiteyi disipline etmek
-Yüksek öğretimde tek merkezi idare
-Yüksek öğretimde standardizasyon
-Verimin artırılması
-Okullaşmanın artırılması
-Eğitimin yaygınlaştırılması
Şimdi 2547 sayılı yüksek öğretim kanununda tanımlanan Yüksek Öğretim Kurulunu daha iyi algılayabilmek için kurulun yapısını , görev ve yetkilerini bu görev ve yetkilere meşruiyet kazandıran anayasa ve kanun hükümlerine göz atalım.

YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU

2547 sayılı yüksek öğretim kanununun 6. maddesi, yüksek öğretim kurulunun tanımını şöyle yapar:
Yüksek öğretim kurulu, tüm yüksek öğretimi düzenleyen ve yüksek öğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir kuruluştur.

Yine aynı yasanın 6. maddesinin b fıkrası, yüksek öğretim kurulunun yapısı hakkında bilgi verir. Buna göre Yüksek Öğretim Kurulu;
1-Cumhurbaşkanı tarafından, rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörlere öncelik vermek suretiyle seçilen yedi,
2-Bakanlar kurulunca temayüz etmiş üst düzeydeki devlet görevlileri veya emeklileri arasından seçilen yedi,
3-Genelkurmay başkanlığınca seçilen bir
4-Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığınca seçilen iki
5-Üniversitelerarası Kurulca , kurul üyesi olmayan profesör öğretim üyelerinden seçilen yedi ,
kişiden oluşur.
Şimdi yüksek öğretim kurulunun 2547 sayılı kanununun 7. Maddesinde tanımlanan görevlerine bir göz atalım.

Yüksek Öğretim Kurulunun Görevleri

a)Yüksek öğretim kurulu, yüksek öğretim kurumlarının 2547 sayılı kanunda belirlenen amaç ve ilke ve hedefler doğrultusunda kurulması, geliştirilmesi, eğitim öğretim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi ve yüksek öğretim alanlarının ihtiyaç duyduğu öğretim elemanlarının yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmesi için kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamak, üniversitelere tahsis edilen kaynakların , bu plan ve programlar çerçevesinde etkili bir biçimde kullanılmasını gözetim ve denetim altında bulundurmak
b)Yüksek öğretim kurumları arasında bu kanunda belirlenen amaç, ilke ve hedefler doğrultusunda birleştirici, sürekli ahenkli geliştirici işbirliği ve koordinasyonu sağlamak
c) Yeni üniversite kurulmasına ve üniversitelerin gerektiğinde birleştirilmesine ilişkin öneri ve görüşlerini milli eğitim bakanlığına sunmak
d)Bir üniversite içinde fakülte , enstitü veya yüksek okul açılması, birleştirilmesi veya kapatılması, konservatuar, meslek yüksek okulu veya destek, hazırlık okulu veya birimleri kurulması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek öneriler üzerine karar vermek.
e)Eğitim öğretimin aksaması sonucunu doğuracak olaylar dolayısıyla öğrenime ara verilmesine veya tekrar başlatılmasına ilişkin olarak üniversitelerden gelecek önerilere göre veya doğrudan karar verip uygulamak.
f)Bakanlıklar tarafından kurulacak yüksek öğretim kurumlarının kuruluş amaç ve esaslarını inceleyerek görüşlerini ilgili makama sunmak
g)Yüksek öğretim kurumlarında eğitim öğretim planlarının asgari ders saatlerini ve sürelerini öğrencilerin yatay ve dikey geçişleriyle ve yüksek okul mezunlarının bir üst düzeyde öğrenim yapmalarına ilişkin esasları üniversiteler arası kurulun görüşlerini alarak tespit etmek
h)Üniversitelerin ihtiyaçlarını, eğitim öğretim programlarını, bilim dallarının niteliklerini, araştırma faaliyetlerini, uygulama alanlarını, bina araç gereç ve benzeri imkanlar ve öğrenci sayılarını ve diğer ilgili hususları dikkate alarak , üniversitelerin profesör , doçent ve yardımcı doçent kadrolarını dengeli bir oranda tespit etmek
ı)Her yıl üniversitelerin verecekleri faaliyet raporlarını inceleyerek değerlendirmek , üstün başarı gösterenlerle , yeterli olmayanları tespit etmek ve gerekli önlemleri almak
ı)Yüksek öğretim kurumlarında ve bu kurumlara girişte imkan ve fırsat eşitliği sağlayacak önlemleri almak
j)Her eğitim-öğretim programında, öğrencilerden alınacak harca ait ilgili yüksek öğretim kurumlarının önerilerini inceleyerek karara bağlamak
k)Yüksek öğretim üst kuruluşları ile üniversitelerce hazırlanan bütçeleri tetkik ve onayladıktan sonra milli eğitim bakanlığına sunmak
l)Rektörlerin disiplin işlemlerini kovuşturmak ve karara bağlamak, öğretim elemanlarından bu kanunda öngörülen görevleri yerine getirmekte yetersiz görülenler ile bu kanunla belirlenen yüksek öğretimin amaç, ana ilkeleri ve öngördüğü düzene aykırı harekette bulunanları rektörün önerisi üzerine yada doğrudan, normal usulüne göre yüksek öğretim kurumları ile ilişkisini kesmek veya denenmek üzere başka bir yüksek öğretim kurumuna atamak
i)Çeşitli bilim ve sanat alanlarında bilimsel milli komiteler ve çalışma gurupları kurmak.
u)Gerektiğinde yeni kurulan veya gelişmekte olan üniversitelere gelişmiş üniversitelerin eğitim-öğretim ve eleman yetiştirme alanlarında yapacağı katkıyı gerçekleştirmek için gelişmiş üniversiteleri görevlendirmek ve bu konudaki uygulama esaslarını tespit etmek
ü)Vakıflar tarafından kurulacak yüksek öğretim kurumlarının bu kanun hükümlerine göre açılması hususundaki görüş ve önerilerini milli eğitim bakanlığına sunmak , ve kurumlara ilişkin gerekli düzenlemeleri yapmak ve bunları gözetmek , denetlemek
v) Yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından alınmış ön lisans ve lisansüstü diplomaların denkliğini tespit etmek
y)Bu kanunla kendisine verilen diğer görevleri yapmak

Yüksek öğretim kurulu , görüldüğü üzere çok geniş görev ve yetkilerle donatılmış ve tüm üniversitelerin hemen her işine müdahale edebilir hale getirilmiştir. Yüksek öğretim kurulunu tanımlanan görevleri tek tek üniversitelerin ve hatta bölümlerin , enstitülerin tamamı hakkında doğrudan ya da danışarak her türlü karara verme yetisine sahip bir kurum haline getirmiştir.

Dilediği üniversitenin dilediği bölümünü kapatabilir, istediği konuda araştırma grupları oluşturabilir, istemediği her türlü araştırmanın önünü tıkayabilir yetkilerle donatılmış yüksek öğretim kurulu, bu görüntüsüyle üniversitelerin özerkliğinin önündeki en büyük engeldir.

Siyasi irade tarafından oluşturulan böylesi bir kurulun, yine kanunla garantilenmiş böylesi geniş yetki ve görevlerle donatılması üniversiteleri siyasi otoritenin hegemonyasına sokmaktan başka bir fayda sağlaması düşünülemez.

Oysaki yüksek öğretim kurumlarının her birinin kendi oluşturmuş olduğu bir geleneği, geçmişi ve alışkanlıkları mevcuttur. Bütün bu farklılıkları böylesi bir kurulun görev ve yetki alanına sokmak, ülke genelinde bilimsel bilginin önüne set çekmektir. Dahası üniversiteler araştırma ve çalışmalarında bağımsız davranmanın geliştirici itkisinden böylesi bir kurulun denetimi ile mahrum edilmektedirler.

Yüksek Öğretim Kurulunun Politik İrade Tarafından Yapılandırılması Sorunu

1750 sayılı üniversiteler kanunu yürürlüğe girene kadar siyasal iktidara karşı görece bir özerkliğe sahip kurumlar olarak karşımıza çıkan yüksek öğretim kurumları, 2547 sayılı yüksek öğretim kanunu ile birlikte, özerkliklerini yitirmiştir. Böylece antidemokratik bir yapılanma süreci karşısında demokratik eğilimlerin önüne set çekilmiştir.

2547 sayılı yüksek öğretim kanununun, yüksek öğretim kurulunu tanımlayan 6. maddesi , kurulun oluşumundaki siyasi iradeyi açıkça ortaya koymaktadır.

6. maddeye göre Yüksek Öğretim Kurulu başkanını belirleyen Cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı meclis tarafından seçilir ve genellikle iktidar partilerinin ittifak ettikleri bir aday cumhurbaşkanı olur. Bu şunu göstermektedir ; cumhurbaşkanı iktidar partisi tarafından belirlenir. Yani politik bir tercih olarak iktidar ile aynı söylemi paylaşması muhtemel ve hatta öyle olduğu kanaatine dayanılarak , aday üzerinde tercihler yoğunlaşır ve sayısal oy çoğunluğuna sahip iktidar milletvekillerinin oyları ile cumhurbaşkanı seçilir. Dolayısı ile her ne kadar cumhurbaşkanın politik söylemin üstünde bir makamın sahibi olduğu öne sürülebilirse de , cumhurbaşkanı politik iktidar tarafından seçildiği için iktidarın politik tercihleri yönünde eylemlerde bulunması yüksek bir ihtimal olarak görülmektedir.

6.maddeyi incelemeye devam ettiğimizde diğer üyelerin atanmasında da farklı bir durumun söz konusu olmadığını görürüz. Bakanlar kurulu tarafından uygun görülen yedi üyenin atanması ve yine Milli Eğitim Bakanlığınca iki üyenin atanması , kurulun oluşumundaki siyasi iradenin , iktidar partisinin etkisini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Tüm üyeler içinde sadece yedi üyeyi üniversiteler arası kurul atamakta kalan, üyeler ise politik şahsiyetlerin tercihlerine bırakılmaktadır.

Yüksek öğretim kurulunun yapısını belirleyen 6. Maddede durumu en iyi özetleyen madde ise 3. fıkrasıdır. Bu fıkraya göre bir üyeyi atama görevi Genel Kurmay Başkanlığına bırakılmıştır.

Görüldüğü üzere Yüksek Öğretim Kurulunun oluşturulmasında tamamen siyasi irade hakimdir. Bunun ötesinde Genelkurmay Başkanlığının yüksek öğretim kurulundaki bir üyeyi belirlemesi alışkanlığı ise 12 eylül döneminin kurumun yapısı üzerindeki etkisini göstermektedir. YÖK kurumu, bu açıdan 12 eylül darbesinin militarist bir mirası görüntüsü sunmaktadır. Kurulun üyelerinin siyasi irade tarafından belirlenmesi olgusu, bilimsel araştırma ve çalışmaları amaçlayan bir kurumun siyasal iktidarla organik bir bağ kurması sonucunu doğurmuş bu da bilimsel eylemlerden başka her hangi bir hareket biçimini öncelememesi gereken bir kurumu siyasal , politik hale getirmiştir. Bu konuyu ayrı bir başlık altında değerlendirmek üzere burada noktalıyoruz.

Yüksek Öğretim Kurulunun Yapısal Bir Zorunluluk Olarak
Politikleşmesi Sorunu

Yüksek öğretim kurulunun politik edimler göstermesini, kurulun oluşma aşamasındaki politik iradenin doğurduğu zorunlu bir sonuç olarak kabul ediyoruz.
Yüksek Öğretim Kurulu, 12 eylül sonrası, üniversitelerin devlet tarafından kontrol edilmesi amacı ile kurulmuştur. Amaçlanan, bir birinden farklı eğilimler ve alışkanlıklar gösteren yüksek öğretim kurumlarının tek bir irade tarafından yönlendirilmesi ve bu yönlendirici iradenin ise devlet tarafından onaylanmış bir irade olması idi. Devlet tarafından onaylanmış iradeden kast ettiğimiz devletin resmi söylemine sadık ve bunu benimsemiş, yine uzun yıllar devlet tarafından bir başka pozisyonda bu sadakatleri denenmiş olmalarından bu şekilde ifade etmeyi tercih ediyoruz.

Yüksek Öğretim Kurulu, politik eğilimini kurumun icraatlarına da yansıtmayı kendi tanımlanmış görevlerinden sayar. Atatürkçülük, kurulun söylemine damgasını vuran ve diğer üniversiteler üzerindeki icraatlarını belirleyen ana düşüncedir.
Kurul, bir anlamda farklı eğilimleri, Atatürkçü düşünce bağlamında eritmeyi yahut bu düşünceyi kabule ve hizmete zorlar. Aslında kişilerin ne biçimde düşündüğü yada hangi ideolojiyi benimsediği çok da önemli değildir.

Burada dikkat çekici olan, bilimsel eylemleriyle adından söz ettirmesi gereken bir kurumun resmi söylemin ideologluğunu üstlenmeye ve hatta bekçiliğini yapmaya çalışmasıdır. İşlevi, bilimsel bilginin üretilmesi için gerekli koşulların oluşturulmasını sağlamak ve denetlemek olan bir kurumdan beklenenin bu olmadığı açıktır. Darbe sonrası kurumları kuruluş amaçları her ne kadar farklı ifade edilmiş olsa da rejimin devamını ve rejime karşı oluşabilecek muhalif düşüncelerin engellenmesini amaçlayan kurumlar olarak algılamak daha doğru olacaktır. Bu bağlamda yüksek öğretim kurulu son derece politik ve ideolojiktir.

28 Şubat süreci YÖK kurumunun politikleşmesi savını destekleyen güncel örneklerle doludur. Milli Güvenlik Kurulunun siyasal iktidara dayattığı politik adımların atılması bağlamında Yüksek Öğretim Kurulu üzerine düşen görevi iktidar odaklarından daha bir azimle uygulamıştır.

28 Şubat ile ilgili hemen hemen tüm haberlerde bir şekilde adından söz ettiren Yüksek Öğretim Kurulu, politik bir söylemle . kamuoyu karşısında açıklamalar yapmış. Kurul başkanı siyasal iktidarın ve hatta askeri kanadın bir sözcüsü gibi 28 şubat kararlarına meşruiyet arayışı içine girmiştir.

Gündelik politikalar üretmek zorunda olmayan bir kurumun temsilcileri , bilimsel kimliklerinden ziyade politik/ideolojik kimlikleri ile gündelik politika üreten servislere oldukça fazla malzeme üretmişlerdir.

Başta da söylediğimiz gibi , politik iktidar tarafından atanmış bir kurul , politik iktidarın ona tanıdığı dar bir alan içinde akademik uğraşlara kendilerini adayabilir. Ama politik iktidarın tanımladığı bu alanda bilim özerkliği, gündelik politikanın cazibesine kurban edilmekten kendini kurtaramaz.

Politik iktidar tarafından seçilmeyi bir ödül olarak algılayan seçilen kurul üyeleri, bu ödüle, politik söylemi bilim alanına yani üniversitelerin gündelik işlerine dahil ederek teşekkür etmektedirler. Siyasetin girdiği her alanda iktidar ilişkileri ve çıkar ilişkileri gözlenir. Yüksek Öğretim Kurulu politik bir eğilimi içselleştirerek ve hatta normalleştirerek çıkar ilişkilerinin gözlendiği bir iktidar odağı olarak kamusal yaşamda kendini tanımlamaktadır.

Bu bir yandan üniversitelerin özerkliğini politik iktidar lehine kaybetmeleri anlamına gelirken öte yandan da üniversitelerin diğer kamu kurumları gibi sıradan yolsuzlukların gözlendiği bir alan olarak aşınmasına yol açmaktadır.
Devletin ideolojisine sıkı sıkıya sarılan bir kurumun eylemlerine yine devletin kendi denetleme organlarının objektif bakamaması sonucu ortaya çıkmıştır. Bunu meclis YÖK araştırma komisyonu raporuna muhalefet eden DSP’li komisyon üyelerinin ve bizzat Başbakan Bülent Ecevitin ağzından duyuyoruz: “Kemallere sahip çıkalım.” Haklarında meclis soruşturması açılması beklenen biri YÖK başkanı Kemal Gürüz ve diğeri İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu hakkında başbakanın bu sözleri sarf etmesi manidardır. Sayın başbakan kemallere yüklenmenin şeriatçı zümrenin ekmeğine yağ sürmek olduğunu söylerken bir yandan da söylemin iki ideologunu korumaya çalışır. Her iki Kemal’in resmi ideolojinin ideologu olmasına kimsenin itirazı olamaz. Ama itiraz edilebilir olan şudur ki , bahse konu isimlerin biri yüksek öğretim kurulunun başkanı diğeri binlerce öğrencisi olan bir okulun rektörü olunca bir sorunla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Başbakan ile yani siyasi iradenin en tepedeki payesini almış bir zat ile bilimsel çalışmaların düzenlemesi ve geliştirilmesini amaçlayan bir kurumun başkanı arasında böylesi bir duygusal ilişkinin gözlenmesi başka konularda da siyasi iradenin Yüksek Öğretim Kurulu üzerinde etki ve yönlendirmeleri olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

28 şubat süreci toplumu polarize ederek bir çatışmayı üretirken, Yüksek öğretim Kurulu da kendini bu kutuplaşmada resmi ideolojinin yeniden üreticisi olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda yüksek öğretim kurulunda yaşanan her yolsuzluk olayının üzeri, ideolojik bir söylemle örtülerek , kurumun kamuoyu gündemine, sadece, kutuplaşmanın devlet tarafı olarak gelmesinin önü de açılmış olur. Laiklik adına her açıklama bir yolsuzluk olayını örtbas edebilecek kadar güçlü bir taraftar kitlesince alkışlanmaktadır. İktidar da kendi politik edimlerine böylesine içten destek veren bir kuruma , her daim kamusal alkışı güçlü tutarak teşekkür etmektedir.
Yüksek öğretim kurulunun politikleşmesi sorununu daha anlaşılır kılabilmek için konuyu başörtüsü sorunu bağlamında inceleyelim.

Yüksek Öğretim Kurulunun Politikleşmesi Bağlamında
Başörtüsü sorunu

28 şubat ile birlikte ülke gündemi başörtüsü sorunu ile yeniden yüzleşmek zorunda kadı. Genel kurmayın politik irade üzerinde kurduğu baskılar sonucunda 2547 sayılı yüksek öğretim kanununa aykırı olarak başörtüsü yasağı uygulanır.

Yüksek öğretim kurulu her zaman olduğu gibi politik bir tavır sergileyerek ülkede esen rüzgara uygun olarak eski maddeleri yeniden yorumlar ve yasağa kanuni bir dayanak bulmaya çalışır. Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi yüksek öğretim kurulu ülkenin siyasi gündemine endeksli ve politikleşmiş bir kurumdur.

2547 sayılı yüksek öğretim kanununun, ana ilkeler başlığı altında 5. Maddenin b fıkrasında bahsettiği “Milli kültürümüz, örf ve adetlerimize bağlı, kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır” ilkesine ve yine 5.maddenin “Yükseköğretimde fırsat eşitliğini sağlayacak önlemler alır” ilkesini de yok sayarak başörtüsünü üniversitelerde yasaklayan genelgeler yayınlar.

Yüksek Öğretim Kurulunun anayasaya ve kanunlara aykırı olarak uyguladığı başörtüsü sorununa meşruiyet ararken resmi ideolojinin dilinden ürettiği ortodoks bir laiklik söylemine başvurduğunu bunun ise milli güvenlik kurulu kararları ile bir çok açıdan benzeştiği ve yine siyasal iktidarın aynı dönemde aynı dili kullandığını gözlemek mümkündür.

Yüksek Öğretim Kurulu, yine ülke gündeminde irtica söylentileri dolaştığı yıllarda kanun ve yönetmeliklerde hiçbir hükmün olmamasına aldırmadan sırf askeri iktidara sevimli görünmek adına 20.12.1982 tarihli genelge ile derslere başörtülü girilmesini yasaklamıştır.

1987 yılında Yükseköğretim kurumları disiplin yönetmeliğinin 7.maddesine h bendi olarak eklenen hükümle bu defa yasak mevzuata alınmış, türban ve benzeri kıyafetlerle olarak kapalı mekanlara girilmesi yasaklanmıştır.

3670 sayılı kanunla 1990 yılında 2547 sayılı kanuna ek 17. Madde getirilmiştir. Madde metnine göre “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir.” Bu madde iptal istemi ile anayasa mahkemesi önüne getirilmiş anayasa mahkemesi iptal istemini reddetmiştir. Yasayla tanınmış hakları politik iktidar ile uyum adına genelgeler ile geri alma yoluna gitmiştir.

Yasayla güvence altına alınmış bir hak olarak karşımıza çıkan kılık kıyafet serbestliği gündelik politikalar uğruna yeniden üniversitelerin gündemine girmesi, özerk bir üniversitenin gerekliliği bağlamında söylenecek çok fazla söze gerek bırakmıyor.

Yüksek öğretim kurulu, Türkiye cumhuriyeti devletinin taraf olduğu ve imza koyduğu uluslar arası sözleşmelere de aykırı bir tutum sergileyerek, devletin insan hakları bağlamındaki itibarını da sırf gündelik politikalara ayak uydurmak adına hiçe sayar.

Yüksek öğretim kurulunun ideolojik bir tercih olarak uyguladığı ve kanunlara da aykırı olan başörtüsü yasağı, insan hakları evrensel beyannamesinin 1.maddesinde zikredilen “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışı ile davranmalıdırlar” ilkesine ve yine aynı metnin 18.maddesinde zikredilen “herkesin düşünce vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak , tek başına veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir” ilkesine ve 21. maddesinde zikredilen “herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır” ilkesine ve 26. Maddede zikredilen “herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır.Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.” İlkesine ve 27.maddede bahsedilen “herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir” ilkelerine aykırıdır.

Diğer uluslararası insan hakları metinlerine de baktığımızda benzer cümlelerle karşılaşırız. Türkiye’nin 2000 ağustosunda imzaladığı Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’nin 18. maddesinde zikredilen “herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile , tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet ve uygulama , öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir” ilkesine yine aynı sözleşmenin 18.maddesinin 2. Bendinde zikredilen” hiç kimse, kendi tercihi olan bir dini kabul etme veya inanca sahip olma özgürlüğünü zayıflatacak bir zorlamaya tabii tutulamaz” ilkesine de aykırı olarak başörtüsü yasağı üniversitelerde uygulanmaktadır.

Türkiye’nin Ağustos 2000’de imzaladığı Ekonomik Sosyal ve kültürel Haklara İlişkin Sözleşmeye de göz attığımızda 13.maddede zikredilen “Yüksek öğrenim, özellikle başlangıçta verilecek ücretsiz geliştirme eğitimi gibi her türlü uygun vasıtalarla, yetenek ölçüsüne göre herkesin eşit olarak yararlanmasına açık hale getirilir” ilkesine aykırı olarak başörtüsü yasağının uygulandığını görürüz.

Türkiye’nin 1985 yılında onayladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşmede de yasağın ihlal ettiği ilkeleri görmek mümkündür. Sözleşmenin 2.maddesinin d bendinde “kadınlara karşı ayrımcılık niteliğindeki bir eylem veya uygulamadan kaçınmak ve kamu kurum ve kuruluşlarının bu yükümlülüğe uygun davranmalarını sağlamak; herhangi bir kişi, kurum veya kuruluş tarafından kadınlara karşı ayrımcılık yapılmasını önlemek için gerekli her tedbiri almak; kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevcut yasaları, hukuki düzenlemeleri, gelenek ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmak için gerekli her türlü tedbiri almak; kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan bütün ulusal ceza hükümlerini kaldırmak”.

Yine aynı sözleşmenin 3.maddesinde belirtilen “taraf devletler kadınların tam olarak gelişmelerini sağlamak ve ilerlemelerini sağlamak üzere, erkeklerle eşitlik temeline dayanan insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına almak ve kullanmalarını sağlamak amacıyla mevzuat çıkartmak da dahil her alanda ve özellikle siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerekli tedbirleri alır” ilkesi Yüksek Öğretim Kurulunun, ayrımcılığa yol açan başörtüsü yasağının karşısında bir ilke olarak karşımıza çıkar.

Türkiye’nin onayladığı ayrımcılığın önlenmesine ilişkin sözleşmenin eğitim ile ilgili 10.maddesinde ise “ taraf devletler eğitim alanında kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olmalarını sağlamak için kadınlara karşı ayrımcılığı tasfiye etmek üzere gerekli her türlü tedbiri ve kadınlarla özellikle erkeklerin eşitliğine dayanan aşağıdaki tedbirleri alır:

a)Meslek ve sanat rehberliği verilmesinde, kentsel alanlarda olduğu gibi kırsal alanlarda da eğitim kuruluşlarına girme ve bu kuruluşlardan diploma almada eşit şartların sağlanması ; bu eşitlik okul öncesi eğitim ile genel, teknik, mesleki ve yüksek teknik eğitimde ve her çeşit mesleki öğretimde sağlanır.
b)Aynı öğretim programlarına katılmaları, aynı sınavlara girmeleri, nitelik bakımından aynı düzeydeki eğitimcilerden eğitim almaları, aynı nitelikteki bina ve eğitim araçlarına sahip olmaları sağlanır
f)Kız öğrencilerin okuldan erken ayrılmaları oranlarının düşürülmesi ve okuldan erken ayrılan kızlar ve kadınlar için eğitim programları düzenlenir.” İfadeleri yer alır.

Türkiye’nin uzun yıllardır girmeye çalıştığı Avrupa Birliğinin ürettiği Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine baktığımızda 2.maddede zikredilen “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet eğitim ve öğretim görevlerini yerine getirirken , anne ve babaların çocuklarına kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretim verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” cümlelerinde uygulamadaki başörtüsü yasağının uluslar arası sözleşmelere aykırı olduğuna işarettir.

Ne iç hukukta ne de uluslar arası sözleşmeler bağlamında meşru olan bir yasağı uygulamaktan kaçınmayan yüksek öğretim kurulu, meşruiyet krizini gündemdeki irtica söyleminden alarak, eylemini haklı kılmaya çalışır.

Yüksek öğretim kurulu, iktidarın politik edimlerini kendi gündemine taşıyarak hedef saptırmayı alışkanlık haline getirmiştir. Kamuoyunu uygulamaya koyduğu anayasaya aykırı yasak ile meşgul ederken, bir çok yolsuzluk ve usulsüzlüğünün dikkatlerden kaçması ve devam etmesi için uygun ortamı sağlamaktadır.

Asıl sorun, ne yüksek öğretim kurulunun uyguladığı yasak ne de yolsuzluklardır. Meselenin özü böylesi bir kurumun bilimsel bilgi üretmekten ziyade ideolojik yanılsamalar üreteceği ve ülkenin ihtiyaç duyduğu kalifiye eğitim almış kadroların oluşmasına bir katkı sağlayamayacağı gerçeğidir.

ÖZERK ÜNİVERSİTE TALEBİ KARŞISINDA YÖK KURUMU

İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda eğitimin insan hayatındaki etkinliği inkar edilemez boyutlara ulaşmıştır. Bilgi bir güç olmuş ve bilgiyi elinde bulunduran insan, güçlü hale gelmiştir. Günümüzde eğitimin, bilginin en iyi verildiği yada verilmeye çalışıldığı kurumlar yüksek öğretim kurumlarıdır. Yüksek öğretim kurumlarının temel işlevi ise bilgi üretmek ve nitelikli insan gücü yetiştirmektir. Türkiye gibi; bir yüksek öğretim kurumundan mezun olan insan sayısının, toplum nüfusun %5 ini bile zor oluşturduğu bir ülkede elbette ki yüksek öğretim kurumları, özelde ise üniversiteler, önemli bir mahiyete sahiptirler.

Üniversitenin işlevi, eğitim ve bilim üretmektir. Bunu yaparken üniversite
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı Yurt İçi RaporlarTarih 2001-02-16
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4644528