MAZLUMDER Cezaevi Komisyonu tarafından düzenlenen, “28 Şubat Yargılamalarında Yaşanan Hukuksuzluklar ile 28 Şubat Yargılamalarının Yenilenmesi Başvuruları Karşısında Ceza Mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesinin Tutumu” başlıklı panel 7 Mayıs Cumartesi günü derneğimizin yeni adresinde yoğun bir katılımla gerçekleştirildi.
MAZLUMDER Cezaevi Komisyonu Başkanı ve İstanbul Şube YK üyesi Av. Kaya Kartal’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelde 28 Şubat sürecindeki yargılamalarda 90’lardan beri aktif olarak yer alan Av. Yasin Şamlı ve Av. Mehmet Alagöz konuşmacı olarak yer aldı.
Panel Kaya Kartal’ın 28 Şubat sürecine dair günümüzde yaşanan problemleri değerlendirmesiyle başladı. Kartal giriş konuşmasında gayri ciddi bir şekilde yürütüldüğü kamuoyuna açıkça yansıyan 28 Şubat ile ilgili davaların süreçle hesaplaşılması noktasında önemli bir katkısının olmadığını süreçte yaşatılan mağduriyetlerin önemli bir kısmının hala giderilmediğini dile getirdi. Bu dava sürecinin tamamen 28 Şubat sürecinin askeri aktörlerine odaklanmasını da eleştiren Kartal, askerlerin brifingleri doğrultusunda yargılama yapan hukuk aktörlerinin ve sivil bürokrasisinin yargılanmamasının önemli bir eksiklik olduğunu ifade etti.
Kaya Kartal’dan sonra söz alan Yasin Şamlı konuşmasına 28 Şubat sürecinin Sivas olaylarıyla ilgili yargılamaların başladığı 1993 tarihinden itibaren değerlendirilmesi gerektiğini, 28 Şubat’ın başlangıç hareketlerinin 1990’a kadar götürülebileceğini ifade ederek başladı. Konuşmasında değineceği davaların 28 Şubat sürecinin sadece küçük bir kısmını temsil ettiğinin altını çizen Şamlı, yüzbinlerce insanın mağdur edildiği binlerce davanın açıldığı bu süreçte yaşatılan maddi ve manevi zulümlerin anlatabileceklerinin çok üstünde olduğu belirtti.
Yasin Şamlı konuşmasında temel özellikleri üzerinden giderek aşağıda zikredilen birbirinden farklı dava gruplarına değindi; Sivas Olayları Davası, Jak Kamhi Suikast Girişimi Davası, başörtülü üniversite öğrencilerine açılan davalar (özellikle El Ele Eylemleri Davaları), başörtüsü davaları ve Danıştay’ın kararları, öğretmenlere açılan davalar, katsayı davası, Malatya Davaları, vakıflara ve derneklere açılan davalar (MAZLUMDER de bu davalar sürecinde basılıp aranan kurumlardandır), denklik iptalleri, YAŞ kararları üzerine açılan davalar ve son olarak kişilere açılan davalar.
Şamlı’nın konuşmasından öne çıkan bazı kısımlar şu şekilde:
“El ele eylemi ve yargılamaları sembol davalardandır. Cerrahpaşa ve Çapa Tıp Fakültelerinde okuyan başörtülü kız öğrenciler başörtüsü yasağı yüzünden stajlarını dahi bitirip mezun olma aşamasına gelmelerine rağmen diplomalarını alamıyorlardı. Bu mağduriyet üzerine öğrenciler yaptıkları istişarel sonucu barış ve birliktelik vurgusu ön planda olan bir eylem yapma kararı aldı. Bu çerçevede Edirne’den Kars’a kadar el ele yürüme eylemleri gerçekleştirildi. Tamamen barışçıl ve sivil nitelikte olan bu eylem tarzı uluslararası sözleşmelerde koruma altındadır ve izin alınmasına gerek yoktur. Ancak buna rağmen eylemleri düzenleyen öğrenciler “Terörle Mücadele” birimleri tarafından evlerine yapılan baskınlarla göz altına alındılar ve “halkı kin ve düşmanlığa sevk etme” suçundan DGM’de ve Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Suçundan Asliye Ceza mahkemelerinde yargılandılar.”
“Jak Kamhi suikast girişimi oldu. Bunun failleri yakalandı ve 146’dan DGM’de yargılandılar. Mahkeme Sivas olayları davasında olduğu gibi bunu adi bir suç olarak kabul etti ve bunu Anayasal Düzeni Değiştirmeye Teşebbüse sokmadı. Yani 146’ya göre ceza vermedi. Bu dava da temyiz edildi. 9. Ceza Dairesi kararı bozdu ve bunu da 146’ya soktu. Mahkeme savunmanın direnme talebine uydu. Direnme sonunda dosya Ceza Genel Kurulu’na gitti. CGK’dan da 146 kararı çıktı. Bunun da cezası idamdır.”
“İzmir’deki bazı öğrencilerin başörtüsünden dolayı okullarından atılmaları üzerine Danıştay uyarı cezası verilebileceğini ancak okuldan atılmayacağı yönünde karar verdi. Ancak Danıştay üyeleri askerler tarafından verilen brifinglere muhatap olduktan sonra daha önce hukuksuz olarak nitelediği öğrencilerin okuldan atılmasını hukuka uygun olarak kabul etti. Bu Danıştay üyelerinin hukuka yaklaşımlarını ortaya koyması açısından önemli bir örnektir.”
Yasin Şamlı’nın konuşmasından sonra sözü Mehmet Alagöz aldı. 28 Şubat sürecinde yargının hukuksuzluğu dayatmak için kullanılmasında rolü olan aktörleri unutmamak gerektiğini belirten Şamlı başörtüsü yasaklarını hukuka aykırı bulan ve emsal teşkil etmesi açısından elden ele dolaştırılan mahkeme kararlarının Danıştay tarafından iptal edildiğini kararı veren hakimlerin de HSYK tarafından sürüldüğünü dile getirdi.
İslami kimliği hedef alan neredeyse hiçbir dosyayı davalıların lehinde bozmamış olan eski Yargıtay 9. Ceza Dairesinin merkezi rolüne dikkat çeken Alagöz sürecin özel misyon yüklenen aktörlerinden biri olan bu mahkemenin, cezayı az bularak iptal ettikleri haricinde, bütün dosyaları davalıların aleyhine olan halleriyle onaylandığını ifade etti.
Konuşmasında Cengiz Sarıkaya’ya özel yer veren Alagöz, Cengiz Sarıkaya’nın 5 temmuz 1993’de İstanbul’da gözaltına alındığını, bundan 8 gün sonra yapılan işkenceler sonunda bir araçtan atılarak felç bırakıldığını, Mahkeme kararı olmaksızın 5 ay tutuklu kaldığını, bilini yerinde olmadığı için sorgusu yapılmadan tutuklama kararı verildiğini, 2000 yılında mahkeme tarafından hakkında müebbet hapis cezası verildiğini, 28 Şubat 2002 yılında 9 Ceza Dairesinin cezayı onadığını, AİHM’in DGM’de askeri hakimin bulunmasının adil yargılanma ilkesini ihlal ettiği kararını verdiğini ancak bu karar çıkana kadar Cengiz Sarıkaya vefat etmiş olduğunu ifade etti.
Panelde son olarak 28 Şubat sürecindeki davalarla ilgili olarak Yeniden Yargılama yolunun imkanları tartışıldı. Bu noktada 2010 yılında referandumdan geçerek Anayasaya eklenen Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru hakkının önemli bir işlev görebilecekken getirilen tarih sınırlamasıyla bunun önünün tıkandığı dile getirildi. 28 Şubat yarılamalarındaki mağduriyetler üzerinden temellendirilip meşrulaştırılan Bireysel Başvuru yolunun süre sınırlamasına gidilerek 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen davalar için geçerli bir yol haline getirildiği ve bu hususun aslında kurumun varlık nedeniyle çatıştığı ifade edildi. Neticede Bireysel Başvuru yolunun 23 Eylül 2012 tarihinden önce hükme bağlanan 28 Şubat davalarına herhangi bir katkısı olmadığı vurgulandı.
28 Şubat’ın Cezaevlerindeki Tutsaklar ve onların aileleri için en şiddetli şekliyle halen devam ettiği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesine göre delillerin sahte olduğunun anlaşılması veya yeni delil bulunması gibi bir takım özel durumlarda yargı sürecinin yenilenebildiği, iş yükü ve siyasi nedenlerle mahkemelerin bu noktada karar vermekten imtina ettikleri, dolayısıyla mevcut hükümlerin 28 Şubat davalarının yeniden yargılanması için pek bir şey ifade etmediği, darbe olduğu ve failleri olduğu iddia edilenlerin yargılandığı 28 Şubatla alakalı özel bir Yeniden Yargılama düzenlemesinin zorunlu olduğu, Bireysel Başvurunun bu dosyalar için süre sınırına tabi tutulamayacağı, etkili bir çözüm olarak TBMM’nin inisiyatif alıp bir kanun değişikliğiyle bu yargılamaların yenilenmesinin önünü açması gerektiği, bunun için de TBMM üzerinde kamuoyu baskısı kurmanın elzem olduğu vurgulanan diğer hususlardandı.
Panel katılımcıların fikirlerini ifade etmesi ve sorularının cevaplanmasının ardından sona erdi.
MAZLUMDER İstanbul Şubesi Basın Bürosu