Biz Hep Darbedendik
BİZ HEP DARBEDENDİK

Üzerinden o kadar çok darbe geçti ki ülkenin, kelli felli bir darbe kültürümüz oluştu. Cahil değiliz ne mutlu(!). Darbe kronolojimiz, darbe terminolojimiz, darbe mahkememiz, darbe yasamız, darbe yönetimimiz, darbe dizimiz… her bir şey mevcut tas tamam. Çok çeşit var, 28 Şubat, 12 Mart, 27 Nisan, 27 Mayıs, 22 Temmuz, 12 Eylül, modern, post modern, darbenin –e muhtıra hali, -de hali, sert hali yumuşak hali.
“Her nevi darbe işi itina ile yapılmış” tabiri caiz ise.

Ortalama on yıllık periyotda gecikmeli bir durum olduğunda darbe sever tayfa merak eder olmuş, acaba darbe neden gecikti? Şaka bir yana bazı hastalıklı zihinlerde bağımlılık yapmış darbe yönetimi, bağımlılık değil ise canları her sıkıldığında ağızlarından saçılan köpüklerle orduyu göreve çağırmak niye? Bir de hep sormak istedim bu kişilere “size göre ordunun görevi ne?”

Bizim bildiğimiz, hukuk devleti –yada kanun devleti- olan ülkelerde kurumların görevleri yasalarda açık ve net bir şekilde hüküm altına alınmıştır. Anayasa ve yasalar yöneten-yönetilen, eğitici-eğitilen, sivil-asker, hizmet alan-veren…. Hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkese uygulanan ve herkesi bağlayan hükümlerdir. Hiçbir kişi ya da kurum yasanın kendisine verdiği yetkiyi aşarak hareket etme lüksüne sahip değildir.

Merak ettiğim diğer konu da cumhuriyet nedir, ya da “cumhur” denilen kimdir? Cumhura rağmen cumhuriyeti korumak daha da öte cumhuriyeti cumhurdan korumak nasıl bir şeydir, ne garip bir ruh halidir.

Hep düşünmüşümdür, evet Türkiye’nin jeopolitik-coğrafi konumu, ülke topraklarının yapısı, ürün çeşitliliği, insanının zevkleri, meteorolojik durumu her şeyi çok farklı, çok özel ve çok güzeldir bana göre. Aynı gün aynı ilin dağında kayak yaparken sahilinde yüzebilirsiniz rahatlıkla. Selam verdiğiniz bir Anadolu insanı açar evini, sofrasını yüreğini sanki kırk yıllık ahbabınız.

Yoktur aralarında şu Türk, bu Kürt, bu Acem, o Rum, sen sunni ben alevi. Hepsi Anadolulu, kız alınıp verilir, bayram gezilir, kötü günde acı paylaşılıp, mutlu günle beraber sevinilir. Öyle ailenin çocuğu ile böyle ailenin çocuğu saklambaç, çelik çomak oynar, beraber bahçeye dalar. Az veren candan deyip böler uzatır ekmeğinden bir parça. Kendisi siftah etmiş ise başka esnafa gönderir gelen müşteriyi. Aslında bu kadar özel, bu kadar farklılıklara tahammüllü, bu kadar güzel ve uyumludur bu ülke.

Her devirde birilerini rahatsız etmiş ne hikmetse bu güzel birliktelik, dün beraber top oynayan çocuklar körüklenen kinle kimi zaman silah doğrultmuş, birbirini taşlar olmuş.
Darbe severler, insanoğlunun doğacak çocuğunu beklediği gibi özlem ve muhabbetle beklemiş dönem dönem darbeyi. Şartlarını hazırlamış, her şey tas tamam olsun istemiş. Bebecik yaz mevsimi doğsa bile patiğine kadar hazır etmiş ki bir aksilik olmasın, hevesi yarıda kalmasın.

Japonların kağıt kaplama sanatı gibidir bizim ülkemizde darbe yapma sanatı. Hak ve özgürlükler, insani-ahlaki değerler itina ile katlanmış, haksız gözaltı ve işkenceler, faili meçhuller ve faili malumlar alıp başını gitmiştir. Eğitim hakkına, din ve vicdan hürriyetine, basın ve örgütlenme özgürlüğüne vurulan darbeler, sıkıyönetimle sıkıştırılıp, DGM ile preslenmiştir birçok kez. Sonra YÖK gibi bir güzel(!)kurum insanların daha da yüksek eğitim alabilmesi için yapar vakumunu darbe zamanları. Yapılan vakumla eğitim hiç bozulmaz, kokup çürümesi ne mümkün. Radyolarda okunur darbe bildirisi. Cumhurun iradesi sallanır boynunda asılı fermanla darağacında, işkence, sürgün, gözaltı, kısıtlamalar türlü türlü. Verilen emirle Cumhurun evladı, cumhura çekilecek destur, yapılacak ayar için kuşanır silahını, sürer tankını. Böyle bir garip hal işte, nasıl anlatılır ki darbe?


Bizim kuşak ve sonrası pek hatırlamaz o eski darbeleri çok şükür, zira sondan üçüncü darbede yeni dünyalı kuşağa dahil, bir buçuk iki yaş arası bir yerlerdeymişiz. Ne 12 Eylül tanklarını hatırlıyoruz, ne işkenceyi, ne idamları, ne darbe şarkılarını, ne de kaybolan yaşamları.
Biz, bize anlatılanlarla, okuduklarımızla şahit olduk yaşanan acılara. Bir de aradan geçen yıllara rağmen etkisi geçmeyen -darbeciler yargılanıp ceza almadıkça da geçmeyecek olan- anayasa geçici 15. maddeyi, YÖK’ü, kısmen sıkıyönetimi, DGM’leri biliriz. Rüştümüzü tamamlayıp neyin ne olduğunu anlamaya başladığımızda sıkıyönetim neredeyse tarih olmuştu, mesleğin ilk yıllarında DGM’ler ortadan kalktı –en azından isim ve kısmen nitelik değiştirdi-, ama darbe tam da o yıllarda farklı bir surette geri geldi.

Biz post modern adı verilen 28 Şubat darbesinin üniversite gençliğiyiz. O tarih, hemen öncesi ve sonrası konusunda detaylı bilgi ve tecrübe sahibiyiz ne yazık. Önce rolüne iyi çalışmış aktörler çıktı sahneye, bindiğimiz minibüslerde Fadime Şahin hikâyeleri anlatılır oldu bir anda. O güne kadar üstün hizmeti olduğu için onur belgeleri verilen askeri personelle başladı temizlik(!) operasyonu. Birden disiplinsizlikleri fark edildi. Sonra kamu personeli takıldı çarkın dişlilerine. Ve sıra bize geldi.
İlk iki yıl kapısını kullandığımız okula 3. yıl kantin camından girmenin, birçok kez girememenin, sınavlarda özel listelerle listelenip “öğrenci vakarına aykırı davranıştan” disiplin cezası almanın, ikna odalarının, “başörtünü aç sana burs verelim” tekliflerinin canlı şahidiyiz. Ne birinden duyduk ne yazıdan okuduk, biz 28 Şubat 1997 de Şubattan daha soğuk bir darbenin acıtan yüzüyle bire bir muhatap olduk.

O tarihlerde, muhatap olduğumuz hak gaspına suskun kalan hatta alkış tutan bir kısım 12 Eylül mağduru aydının, ne kadar aydın(!), ne kadar özgürlükçü(!) olduklarını anladık aslında. O dönem gördükleri işkenceler, ellerinden alınan hak ve özgürlükler, kaybedilen yıllar, yakınlar ve dostlardan sonra, tam 17 yıl sonra kaybettikleri hafızalarındaki “benim gözümle bakmayan gözler kör olsun” , “beni sevmeyen ölsün” sözde aydın özde arabesk zihniyetin azciyetini keşfettik genç yaşımızda.

Bu satırları okuyan hemen herkesin bildiği, yaşadığı, gördüğü olaylar bunlar, darbe tarihimiz o kadar zengin ki hikaye uzadı, e- muhtıraya yer kalmadı.

28.yılında 12 Eylül ve sonrasından geriye kara bir sayfa kaldı. Halen yargılanmamış darbeciler ve darbecilere dokunmayıp, “darbeler hukuksuzdur” diyenlere soruşturma açan savcılar gördü bu ülke. Darbeci yargılanmaz, bugüne kadar hiç yargılanamadı geleneğinden cesaretle hukuku askıya alarak hak ve özgürlüklere müdahale alışkanlığının ülkeye ve ülke insanına verdiği zararın hesabı bile mümkün değil.

İnsanların yöneten, yönetilen, asker, sivil, elit, tepeden inmeci, akademik çevre, yargı seçkinleri, köylü, esnaf, öğrenci, siyasetçi… Tepeden tırnağa zihniyet değişikliğine ihtiyacı olduğu çok açık.
Halk kendine ve değerlerine sahip çıkmadıkça, talep etmedikçe, hakkını korumak için bedel ödemedikçe alışkanlıkların tekerrür etme ihtimali olabilecektir. Anayasa ve yasalar değişmedikçe, keyfi yorum ve kısıtlamalara son verilmedikçe kara günler hafızalardan silinmeyecektir.
Darbeyi eleştiren ve sorgulayanlar değil, artık darbe ile ülkenin yarınlarını çalanlar yargılanmalı, darbeciler ülkeye yaptıklarının hesabını, bedelini, cezasını ödemelidir. Aksi takdirde ülkenin alnındaki kara leke silinmeyecektir.

Ordu göreve diyenler için Yargı göreve, lütfen biraz hukuk diyoruz.


YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2008-11-01Yazar Av.Elif UZUNPINAR
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4643764