"İnsan Hakları Kuramı"
İNSAN HAKLARI KURAMI
Niteliği, Kaynakları, Sınıflandırılması ve Evrenselliği

Av. Derya Yanık

I – İNSAN HAKLARININ NİTELİĞİ

İnsan haklarının niteliğini açıklamak, ilk elde “hak” kavramının açıklanmasını zorunlu kılar. Hak sahibi olmak, bir şey yapmaya yetkili olmak yada bir şeyi talep edebilmek demektir. Hak; kendisine sahip olan kimseye bir şeyi yapabilme yetkisi verirken, başkalarına da bu yetkinin kullanılmasına engel olmama, saygı gösterme yükümlülüğü getirir.

İnsan hakkı ise, kişinin sadece insan olduğu için sahip olduğu haklar demektir.

Hakkın kaynağı nedir? Kişiyi yetkili kılan hak, nereden kazanılmaktadır? Bu konuda iki temel görüş vardır. Birincisi, “sözleşme”; diğeri, “ahlakilik” düşüncesidir.

Ancak, insan hakları diğer tüm ahlaki haklardan üstündür. Zira burada korunan temel değer, en üstün değer olan insanın hakkıdır. İnsanın değerinin korunabilmesi, insan haklarının güvence altına alınmasına bağlıdır. İnsan haklarının topluma ve devlete karşı önceliği vardır. Demek oluyor ki iki hak yarıştığında insan haklarına öncelik verilecektir. Yani, toplumun genel çıkarlarının korunması, çoğunluğun yararının gözetilmesi ya da genel refahın sağlanması gibi kamusal gücün kullanılmasına yön veren ilkeler ile insan hakkı arasında tercih yapılmak gerektiğinde insan hakkı önceliklidir. İnsan hakkı bütün bu kamusal güçlere üstündür. Bu özelliği nedeniyle, uluslar arası hukukta gelinen noktada, bir devlet düzeni yada rejimin değerlendirilmesinde, o devlet yada rejimin insan hakları karşısında takındığı tutum belirleyici olmaktadır.

İnsan hakları yürürlükteki hukuktan bağımsızdır. Hukuksal bir düzenleme olmasa bile, kişi, sırf insan olduğu için doğuştan sahip olduğu bu hakların kendisine sağlanmasını talep edebilir. Seçme ve seçilme, örgütlenme, düşünce özgürlüğü gibi... İnsanlar, bu haklara devlet verdiği için değil; insan oldukları için doğuştan sahiptirler. Öte yandan, varsayalım ki, bir ülkede yukarıda saydığımız haklar, anayasal güvence altına alınmış haklar olsun; bu halde, kişi bu hakları talep ederken anayasal haklarını talep etmiş olacaktır. Bu talebini dile getirirken de, çoğunlukla, “insan hakkı” kavramını telaffuz etmeyecektir. Çünkü, zaten hakları mevzuat uyarınca güvence altına alınmıştır. Ama bu durum, belirtilen hakların “insan hakkı” olma niteliklerini ortadan kaldırmaz. Demek ki, yukarıda da belirttiğimiz üzere, insan hakları yasal düzenleme olmasa dahi talep edilebilirlikleri olan haklardır.

İnsan hakkı iddiası, haklar alanında başvurulabilecek son çaredir. Kişi önce varolan hukuki yolları deneyecektir. Bu yollardan bir sonuç elde etmesi ideal çözümdür. Haklarını mevcut hukuksal yollarla elde eden kişi için insan hakları talebini öne sürmeye gerek kalmaz. Hukuk kuralları hakları korumuyorsa, kişi için insan hakları talebini öne sürmekten başka daha etkili, daha üstün bir hak kalmamaktadır.

Bu noktada karşımıza şu soru çıkar; İnsan hakları mücadelesinin amacı nedir?

İnsan hakları taleplerinin ya da genel bir ifade ile insan hakları mücadelesinin amacı, “insan hakkı” diye tanımladığımız bu hakların hukuksal güvenceye kavuşturulmasıdır. Yani insan hakları savunucuları, bireyleri devletlerin inayetlerine ve insaflarına bırakmak istemezler. Yasalar bir anlamda devletle toplum arasında yapılan sözleşmeler değil midir? İşte, deyim yerindeyse, insan hakkı mücadelesi verenler bu sözleşmeyi alıp toplumun cebine koymak isterler. Ki, geceleri başlarını yastığa özgür ve güven içinde koyabilsinler... Ancak bu çok da kolay değildir. Zira, insan hakları talepleri hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın mevcut kurum, kural ya da uygulamalara karşı çıkma, onları değiştirme amacını içinde barındırır. İnsan hakları, devlete karşı ileri sürülmeleri, devletin sınırlanması ya da politikalarının değiştirilmesini hedeflemeleri nedeniyle siyasal taleplerdir. Sıkça karşılaşılan sorunlardan biri de, “insan hakları” kavramının benzer kavramlarla (yurttaşlık hakkı, kamu özgürlükleri gibi) karıştırılmasıdır. Bu noktada, insan hakkı denilince ilk dikkat edeceğimiz husus, sadece insan olmaktan dolayı, insanca ve onurlu bir hayat için sahip olunması gereken haklar olmaları; yasalarca tanınmamış olsalar bile talep edilebilmeleri; kamu otoritesine karşı ileri sürülmeleridir.

II - İNSAN HAKLARININ KAYNAĞI

İnsan hakları nereden gelmektedir? Kişi bu hakları nereden alıyor da devlete karşı ileri sürüyor? İnsan haklarının kaynağının temellendirilmesinde 17. Ve 18. Yüzyıllarda Avrupa’da “doğal hukuk” kavramı ortaya atılmıştır.

İnsanlar tarafından oluşturulan hukuktan ayrı ve bu hukuka üstün bir doğal hukukun varlığı düşüncesi çok eskidir. Çoğunlukla da ilahi kaynaklıdır. Doğal hukuk taraftarları derler ki, üstün ve evrensel ilkeler olan doğal hukuk ilkelerine herkes uymalıdır. Doğal hukuka ilk çağlardan bu güne iktidarın sınırlanması ve kötüye kullanılmasının önlenmesi amacıyla başvurulmuştur. Doğal hukukun somutlaştırılması çalışmaları bu gelişmeleri takip etmiştir. Sonrasında, doğal hukuk “doğal hak” kavramını ortaya çıkarmıştır.

Doğal haklar;
- Doğuştan sahip olduğumuz, devredilmez ve vazgeçilmez nitelikteki haklardır. Doğal haklar, insanı insan yapan öğelerdir. Bunları reddetmek insan olmayı reddetmektir.
- Doğal haklar, toplumdan ve devletten önce de vardır. Toplumsal ya da siyasal düzenlemenin eseri değildirler. Tam tersine, doğal haklar toplumsal siyasal sisteme meşruluk kazandırır.
- Doğal haklar mutlaktır. Uygulanmaları engellenemez.
- Doğal haklar evrenseldir. Zaman ve mekana bağlı olmaksızın bütün insanlar doğal haklara sahiptir.

Doğal hakların neler olduğu nasıl belirlenecektir? Bu noktada insan aklı devreye girmiştir. Doğal haklar, belirlenmiş, sınırlı sayıda (numerus clausus) değildir. Çeşitli tarihsel belgelerde farklı sayılarda belirtilmiştir. Örneğin, 1789 tr. Fransız Anayasasında dört tanedir. Özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme hakkı... doğrusu her tarihsel dönemde en çok ihtiyaç duyulan haklar, dönemin belgelerine “insan hakkı” olarak geçmiştir.

Sonuç itibariyle, doğal hak kavramı insanlık tarihinde büyük bir çığır, insan haklarının oluşmasında ve tanımlanmasında da önemli bir adımdır. İlerleyen zamanlarda, insan haklarının kaynağı olarak “insan doğası” gösterilmiştir.
İnsan ihtiyaçları neleri gerektiriyorsa (barınma, güvenlik, hayatta kalma vs...) bunların insan hakkı olarak kabul edilmesi anlayışı gelişmeye başlamıştır. Ezcümle, gelinen noktada 21. Yüzyılda insan hakkı tanımının son şekline ulaşılmıştır. İdeal tanım mıdır? Bugün için ideal olduğu düşünülüyor ancak “insan hakları” dinamik bir yapıdadır. Zaman içinde tanım ve içerik değişmesine; zenginleşmesine uğramayacağını kimse garanti edemez.

III – İNSAN HAKLARININ SINIFLANDIRILMASI

İnsan hakları kavramının oluşmaya başladığı 17. Yüzyıldan günümüze kadar insan haklarını sayan ve sınıflandıran çok sayıda liste olmuştur. Bunlardan biri 10 Aralık 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesidir.

Bugüne dek ortaya çıkan haklar üç büyük kategoride incelenebilir;

A) Birinci Kuşak Haklar (Klasik Haklar) :

- Hayat hakkı ve kişi dokunulmazlığı - Dernek kurma hakkı
- Kişi özgürlüğü ve kişi güvenliği - Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
- Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü - Çalışma özgürlüğü
- İnanç ve ibadet özgürlüğü - Dilekçe hakkı
- Konut Dokunulmazlığı - Seçme ve seçilme hakkı
- Mülkiyet Hakkı - Kamu hizmetine girme hakkı
- Eşitlik Hakkı - Adil yargılanma hakkı

Birinci kuşak hakların temel özelliği, kişilere devletin karışamayacağı bir alan yaratmasıdır. Bu özel alan içinde, kişiler diledikleri gibi hareket edebilirler. Birinci K.H. devlete, kişilerin özel alanına girmeme, karışmama yükümlülüğü getirir.

Örneğin, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü devleti düşüncelerinden ötürür kişileri kınayıp suçlamama ve düşüncelerin açıklanmasına engel olmama yükümlülüğü altına sokar.
Birinci K.H.’da devlet pasif durumdadır çoğu kez; birey devlete “KARIŞMA!” demektedir.

B) İkinci Kuşak Haklar (Sosyal Haklar) :

Başlıca ikinci kuşak haklar;

- Çalışma hakkı - İşyeri yönetimine katılma hakkı
- Dinlenme hakkı - Parasız eğitim ve öğrenim hakkı
- Sendika kurma hakkı - Grev ve toplu sözl. hakkı
- Sosyal güvenlik hakkı - Kültürel yaşama katılma hakkı
- Sağlık hakkı - Beslenme hakkı
- Konut hakkı - Korunmaya muhtaç kimselerin korunmasıyla ilgili haklar

18. ve 19. Yüzyıllarda klasik hakların anayasalarda güvence altına Avrupa ülkelerinde insanların büyük çoğunluğu yoksulluk nedeniyle bu haklardan yararlanamıyordu. Örneğin; herkesin hayat hakkı vardı ama en basit bir hastalık karşısında insanlar çaresizdiler. Doktora gidecek parası olmayan insanlar için hayat hakkının olması pek de bir anlam taşımıyordu. Düşünce özgürlüğü vardı ama ağır çalışma şartları altında insanlar düşünmeye fırsat bulamıyorlardı. Zamanla, insan haklarından yararlanmak için insanların “serbest” olmalarının yeterli olmadığı anlaşıldı.
Ve 19. Yüzyıldan başlayarak insan hakları düşüncesinde önemli bir gelişme oldu. İnsan hakları özgürlük alanının sağlanmasının yanında; devletten bir hizmet isteme yetkisi veren haklar olarak da düşünülmeye başlandı. Yoksul kişilerin insan haklarından yararlanması için devletin sunacağı hizmetler birer hak olarak düzenlendi. Bunlar genellikle “sosyal haklar” olarak adlandırılır. Örneğin, eğitim hakkı ...

İkinci kuşak hakların büyük çoğunluğu devlete bir hizmet sunma ödevi yükler. Yani “YAP!” der. Birinci kuşak hakların sağlanmasında en etkili grup burjuvazi idi; İkinci kuşak haklarda ise itici güç sanayi devrimi ile ortaya çıkan işçi sınıfıdır. Böylece, birinci ve ikinci kuşak haklar onurlu bir insan hayatı için birbirlerini tamamlama işlevini yüklenmiş oldular.

C) Üçüncü Kuşak Haklar (Dayanışma Hakları) :

İkinci Dünya savaşından sonra ortaya çıkan haklardır. Üçüncü kuşak haklar, dayanışma hakları olarak adlandırılmaktadırlar. Oluşma süreçleri de henüz tamamlanmamıştır. Bu hakların insan hakkı olarak tanımlanmaları bile tartışmalıdır. Dayanışma haklarını doğuran neden, bilim ve teknolojide sağlanan gelişmelerin sebep olduğu sorunlara çözüm bulma arzusudur. Örneğin, nükleer enerji üretiliyor ama bir nükleer patlama insanların felaketi oluyor. O halde çevre hakkı sağlanmalı; nükleer enerjinin muhtemel zararlarından insanlar korunmalıdır.

Dayanışma haklarının en çok bilinenleri şunlardır;

- Çevre hakkı
- Gelişme hakkı
- Barış hakkı
- İnsanlığın ortak mirasına saygı hakkı
(Bu kapsamda, dünyanın eski ve kültür mirasına sahip bölgeleri “insanlığın ortak mirası” ilan ediliyor ve koruma altına alınıyor. Mardin de koruma altına alınan kentlerden biridir.)

IV – İNSAN HAKLARININ EVRENSELLİĞİ

İnsan hakları evrenseldir. Hak sahibi bakımından evrenseldir. Hakkı kullanan kim olursa olsun (rengi milliyeti, dili, dini veya cinsiyeti ); tüm insanlar için her zaman ve her yerde geçerli olma özelliğine sahiptir.

İnsan hakları olanı değil olması gerekeni gösterir. Bir ülkede insan haklarının uygulanmaması, bu hakların o ülkenin insanı için temel bir gereklilik olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan hakları her zaman ve her yerde gerçekleştirilmesi gereken ilkelerdir.

İnsan haklarının evrensel kimliğine, içerik ve niteliğine ilişkin söyleyeceklerimiz bu kadardır. Ancak son olarak; insan haklarında, hakkın öznesiyle ilgili kimi sorunlara da değinilmelidir. Bu konuda iki hak çıkıyor karşımıza;

- Halkların kendi kaderini tayin hakkı : Her halkın kendi siyasal statüsünü özgürce belirlemesi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe sürdürmesini ifade eder. Bu hakkın uluslar arası belgelere girmesi, Batı Emperyalizmine karşı verilen mücadelenin sonucudur. Ünümüzde söz konusu hakkı daha çok Batılı sömürge yönetimleri altında yaşamış ya da hala yaşayan halklarla sınırlı sayma eğilimi vardır.

- Kültürel kimliğe saygı hakkı : Kültürel kimlik, bir grubun üyelerini diğerlerinden ayıran özelliklerdir. Kültürel kimlik, ayırımcılık yasağı, azınlık grubu üyelerinin kendi kültürlerine kamusal ya da özel yollarla katılmaları, düşünce inanç ve kanaatlerin serbestçe ifade edilmesi gibi ilk iki kuşak içinde yer alan çeşitli haklarla korunmaktadır. Ancak böyle bir korum akimi zaman yetersiz kalmaktadır. Bu hakkın kullanılması ve korunmasında “grup” vurgusu ön plana çıkmaktadır.

V – SONUÇ OLARAK

Yaşadığımız yüzyılda, hak ve özgürlükler hızla gelişip yaygınlaşmasına; bir yandan da aynı hak ve özgürlüklerin, kendilerine en çok sahip olduğu düşünülen devlet ya da düzenler tarafından hırpalandığına tanık oluyoruz.

Hak ve özgürlükleri hiçe sayan uygulamaların küresel bir histeriye dönüştüğünü bile gördük ne yazık ki 21. Yüzyılda... Dileyelim ki, bu insanlık trajedisi dursun; dünyanın tüm insanları, insan haysiyet ve onuruna yakışır bir hayata kavuşsunlar.
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2008-10-10Yazar Av.Derya YANIK
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4343236