Dışişleri Bakanı sayın Ali Babacan’ın, Türkiye’de Müslümanların da din özgürlüğü ile ilgili sorunların bulunduğuna dair sözleri üzerinden başlatılan tartışmayı çok sağlıklı ve gerekli bir tartışma olarak görüyoruz. Yıllardır, Avrupa Birliği organlarının, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’de din özgürlüğü dendiği zaman, sadece Müslüman olmayanların dini özgürlüklerini anladığını, hazırlanan raporlarda Müslümanlara dair özgürlük konularının birkaç sözle de olsa yer verilmediğine daima temas ettiğimiz halde, konunun gereken alakayı görmediğini düşünmekteydik.
Sayın Babacan’ın oldukça masumane sözleri karşısında, bir çok kesimden yükselen, herhangi bir mantıki temeli bulunmayan itirazları anlayışla karşılamak gerekir. Türkiye’de Müslümanların dini özgürlüklerinde de sorun var, denildiği zaman, herkes kendi Müslümanlığını esas alarak konuya yaklaşmakta, eğer kendisi sorun yaşamıyorsa, ortada gerçekten bir sorun bulunmadığını düşünmektedir. Sıradan insanların konuya bu çerçeveden yaklaşması olağan karşılansa da, özellikle toplumun sorunlarına daha duyarlı olması ve meselelerin sadece kişisel intibaları üzerinden değerlendirmemesi gereken siyasetçi ve bilim adamlarının aynı sathilikle konuyu değerlendirmesini anlayışla karşılamak mümkün ve doğru değildir. Özellikle, bazı konularda, “sağ siyasetçi”lerin var olan sorunları görmezden gelerek, üstünü örterek konuları ortalama yaklaşımlarla ele alması, Türkiye’nin sorunlarının neden sürekli olduğuna dair ipuçları vermektedir. Bu bakımdan sayın Babacan’ı ve ona destek veren sayın Başbakan’ı cesaretlerinden dolayı tebrik etmek gerekir.
Din özgürlüğü, temelinde, bir dine inanma veya inanmama özgürlüğünü; inanıyorsa inandığı dine dilediği şekilde inanma özgürlüğünü; inanıp inanmaması veya dilediği şekilde inanması sebebiyle kınamaya maruz kalmama özgürlüğünü; inandığı dinin esaslarını öğrenme özgürlüğünü; inandığı dinin esaslarını öğretme, yayma ve kendisinden sonraki kuşaklara (çocuklarına, torunlarına) aktarma özgürlüğünü; yine, inandığı dinin ibadetlerini yapma özgürlüğünü; dinin diğer gereklerini yerine getirme özgürlüğünü içermektedir. Bu kapsamı içinde din özgürlüğünü değerlendirdiğimiz zaman, Türkiye’de Müslümanlar bakımından da ciddi sorunlar bulunduğunu ifade etmek bir gerçeğin tespiti olacaktır.
Bir zamanlar, belki de halen, sayın Demirel’in, “ibadet özgürlüğü”nün varlığına, camilerin kapısının açık olduğunu delil olarak göstermesi gibi bir yaklaşım demagojiden başka bir şey değildir. Camilerin kapısının açık olması, ama insanların başka maniler sebebiyle içeri girememesi de mümkündür. Bunu aşağıda izaha çalışacağız.
Öncelikle, Türkiye’de dini inançları sebebiyle, Müslümanların, sürekli bir kınama ve adeta “aşağılama” altında bulunduğunu ifade etmek gerekir. Dinin temel kitabı Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı hususlarla ilgili olarak bile, inanç değerlerinin “gericilik”, “çağ dışılık”, “irtica”, “yobazlık”, “geri kafalılık” diye kınandığını, inanan insanların da aşağılandığını sık sık görmekteyiz. Konuyla ilgili örnekler sınırsız bir şekilde çoğaltılabilir. Bu kınama ve “aşağılama”nın sadece medyada veya bazı “ilerici” vatandaşlar tarafından yapılmadığını, bir çoğu kamu görevlisi olan, sivil asker bürokratlar, akademisyenler ve siyasetçiler tarafından da yapıldığını ifade etmek gerekir. o halde, din özgürlüğünün en temel unsurlarından olan, “inancı sebebiyle kınanmama” hakkı Türkiye’de gerçek anlamda mevcut değildir.
İnandığı dinin esaslarını öğrenme ve öğretme özgürlüğü de Türkiye’de tam manasıyla bulunmamaktadır. Hatta bu alan oldukça sorunlu bir alandır. Çok eskiden beri, Müslümanlığı öğrenme hakkı sıkı kayıt ve sınırlamalar altında tutulmaktadır. Çok yakın zamanlara kadar, kendi evlerinde bir araya gelerek dini içerikli kitaplar okudukları için polis veya jandarma tarafından toplanan ve göz altına alınan, mahkemelere sevk edilen insanların sayısı az değildir. Yine, ebeveynler kendi çocuklarına, inandıkları dinin esaslarını aktarma ve öğretme özgürlüğüne sahip değillerdir. Anayasada, “isteğe bağlı din öğretimi” bir hak olarak düzenlenmiş ve küçüklerin kanuni temsilcilerinin talebine bağlı kılınmışsa da uygulamada, önceleri ilköğretimin bitirilmesinden, yani yaklaşık onbeş yaşından, en azından oniki yaşından önce din öğretimi, hatta Kur’an öğretimi yasaklanmaktadır. Başka herhangi bir bilginin öğretilmesi herhangi bir yaş sınırlamasına tabi tutulmazken, dinin öğretilmesinin yaş sınırlamasına tabi tutulması konuyla ilgili ciddi bir sınırlama değil midir? Ana babalar, Müslümanlığa dair bilgileri, kendi çocuklarına bizzat veya bir öğretmen vasıtasıyla ve kendi talepleriyle öğretme konusunda sınırlandırılmaktadır. Bu gerçeğe rağmen, hala, Müslümanların din özgürlüğüne dair bir kısıtlama yoktur diyebilmek nasıl mümkün olabilir?
Dinin temel ibadetlerinin yapılması konusunda da, çoğu kimsenin zannettiğinin aksine, önemli sınırlamalar vardır. Mesela, Müslümanlığın en önemli ibadeti olan namaz konusunda bile mevcut sınırlamalar artık kanıksanmış durumdadır. Günlük beş vakit namaz ibadeti bir yana, haftada bir yerine getirilen Cuma namazı konusunda özgürlükten söz edebilmek için, “camilerin kapısının açık olması” yeterli midir? Türkiye’de Cuma namazı kılmak isteyen sayıları milyonlara varan öğrenciler, askerler, kamu görevlileri, işçiler bu ibadetlerini özgürce yerine getirebilmekte midir? Yönetici ve amirlerin müsamahası ile, onların tutumlarına bağlı olarak ibadet etmeye çalışanların “özgür” olduğundan söz edebilir miyiz?
Son olarak, başörtüsü çerçevesinde sürdürülen tartışmaları hatırlamak gerekir. Türkiye’deki Müslümanların büyük çoğunluğu başörtüsünün bir dini gereklilik olduğuna inanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı da başörtüsünün dini bir gereklilik olduğunu çeşitli zamanlarda ifade etmiştir. Bu gerçek ortada iken, insanların başörtüsü, yani Müslümanlığın gereği olarak inandıkları bir davranışları sebebiyle kınanması, öğrenim ve çalışma dahil bazı haklarından mahrum bırakılması din özgürlüğü bakımından bir kısıtlama değil midir? Başörtüsünün dini bir gereklilik olmadığından tutun da din özgürlüğü ile alakası olmadığına, siyasi sebeplerle takıldığından laikliğe aykırılığına kadar bir yığın akla ziyan açıklamanın içinde, başörtüsünün dini gereklilik olduğuna inanan bir insanın tercihi olduğu gerçeği silinmeye çalışılmaktadır.
Burada kısaca bazı değinmeler içinde anlatmaya çalıştığımız sorunlar çok büyük bir tablonun özetini vermektedir. Türkiye’de farklı dinlere inanan insanların sorunları gibi Müslümanlığa inanan insanların da din özgürlüğüne dair sorunları bulunmaktadır. Bu konularda sorun yaşamayanların beyanları değil, sorunlar içinde yaşayanların beyanları önem taşımaktadır.
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı
MakalelerTarih
2008-06-06Yazar
Doç. Dr. Mustafa ŞENTOP