"Özgürlüğün Rengi"
ÖZGÜRLÜĞÜN RENGİ
Yeni bir Güney Afrika
Kitabına başlayan bir yazar için en zoru ilk sözü söylemektir. İlk sözden sonra dökülür her şey... Fakat bu film için zor olan son sözü söylemek. Goodby Bofana yani: “Güle Güle Bofana, James Gregory’nin kendi yaşam öyküsünü anlattığı ‘Goodbye Bafana’ adlı kitabından uyarlanan, dilimizde ‘Özgürlüğün Rengi’ olarak gösterime giren film, “Fatih Pele” ve “Ruhlar Evi” gibi filmleriyle tanınan iki oscar sahibi Bille August’un Berlin Film Festivali’nden Barış Ödülüyle dönen son filmi.
Bu filmde, bu defa August, 20. Yüzyılın en önemli figürlerinden biri olan Nelson Mandela’nın çevresinde geçen bir hikâyeyi ele alıyor. Zencilerle, beyazları toplumun her alanında birbirinden ayıran Apartheid yasasının geçerli olduğu 60’lı yıllarda başlayan öykü, Güney Afrika’nın 30 yılını ve bu süreyi hapishanede geçiren efsanevi Nelson Mandela’yı, onun gardiyanı olan James Gregory’nin bakışından anlatıyor.
James Gregory’yi Bertolucci’nin ses getiren filmi “Stealing Beauty/Çalınmış Güzellik”ten ve “Aşık Shakespeare”den hatırladığımız Joseph Fiennes canlandırmış. Eşi Gloria rolünü, Truva filmindeki Isparta Kraliçesi Helen rolünden tanıdığımız Diane Kruger oynuyor. Filmde Nelson Mandela’yı ise Cennetten Çok Uzakta filmindeki Raymond Deagan karakterinden hatırlayacağımız Dennis Haysbert canlandırıyor.
Film şu sözlerle başlıyor.
“Güney Afrika. Yıl 1968. Yirmi milyon siyah açımasız Apartheid rejimi altında, dört milyon beyaz tarafından yönetiliyor. Siyahların oy kullanma, toprak sahibi olma ve taşınma hakları yok. Eşit ev, iş ve eğitim haklarına sahip değiller.Hükümet gücü elinde tutmak için bütün muhalefet organizasyonlarını yasaklıyor ve liderlerini ya sürgüne gönderiyor ya da hapse atıyor. Bazılarını Robenne adasında ömür boyu hapse mahkum ediyor.”
Film, Robbene adasına giden bir mahkum gemisi ve onun yeni yolcuları Gregory ailesinin yeni görev yerlerine yolculuklarıyla başlıyor. Çıkılan bu yol, onlar için gelecek umutları demek. Bir hapishane filmi de olsa ve film odalarda geçse bile, kısıtlı bir alan içinde karakterlerin Güney Afrika’yı içinde barındıran hayat hikayelerini anlatmak için yola çıkıyor. Çıkılan yol bazıları için daha rahat, daha huzurlu, daha zengin bir yaşam, bazıları içinse vatanında özgür olmak gibi temel hakları kazabilmenin yolu. Belki, yolun sonunda beyazlar siyahları anlayacaklar. Belki de, yeni anlaşmazlıklar çıkacak...
Apartheid denen rejimin yıkımı üzerinde fazla durulmuyor. Trajediler, ölümler, gözyaşı ve işkencelere filmde yer verilmemiş ama hissedebiliyorsunuz. Film şu ana kadar yapılmayandan ve işlenmeyenden yana durup yeni bir anlatım aramış, insan ilişkileri üzerinde durulmuş. Mandela’dan nefret eden gardiyan Gregory, tipik bir beyaz Afrikalı’dır. Siyahları aşağı insanlar olarak görüp siyahlardan nefret etmektedir. Fakat çocukluğu Transkei'de bir çiftlikte geçmiş, küçük yaşta yerli Xhosa dilini konuşmayı o zamanlar tek ve en yakın arkadaşı olan Bofana’dan öğrenmiştir. Bu dili bilen bir beyaz olması onu Mandela’nın gardiyanı yapar ve Mandela ile arasındaki ilişki onu geliştirir. Sonun büyük bir dostlukla biten bu ilişki Gregory’nin giderek insanın insana yaptığı haksızlığı acımasızlığı farkedişiyle ilerler.
Bu rejim içindeki bir ailenin gelişimini de anlatan filmde dönemin ekonomik sıkıntıları ve sosyal yaşamı da çok yerinde işlenmiş. Ailelerin körleşip sadece çocuklarının görebildiği haksızlıkların nedenini çocuklarına açıklayan ve duyarlı olmasını beklediğimiz bir anne bu durumu şu sözlerle filmde açıklar; “Tanrı böyle olmasını istiyor. Tıpkı Tanrı’nın serçe ile kırlangıçı yan yana koymaması gibi bu doğal değil ve biz Tanrı’nın yaptıklarını sorgulamayız.”.
Omuzlarımıza devamlı yükler yükleyen, sınırlarımızı avuçlarının içinde tutup bizi kalplerimize kadar köleleştiren sistemleri sorgulamamız, daha doğrusu sistemlerin nasıl sorgulanamaz hale getirildiği, öyle ki,tutsak ve özgür olanın aslında kim olduğunun sorgulanır hale gelindiği, filmde çok iyi anlatılmış. Sistemin adını biliyorsunuz. Aparthayd. Ayrımcılık. Avrupalı azınlığın ülkenin yönetimini kontrol etmesi için oluşturulmuş 20 milyonluk ülkede 4 milyonluk azınlık olan beyazların ülke ekonomisini istedikleri şekilde yönetmesini sağlıyordu. Ülkede insanlar deri renklerine göre sınıflandırılıyordu ve bu renklere göre özgürlük elde edebiliyorlardı. Öyle ki, ibadet ve evlenme özgürlüğünüz siyahsanız sınırlandırılıyordu. Devletinizce belirlenen alanlar dışına çıkamıyor bir meslek seçemiyordunuz. Film gardiyan Gregory’nin gelişimiyle ülkedeki demokrasinin gelişim sürecini birlikte anlatıyor. Yeni Güney Afrika’nın oluşumunu en önemli kişisiyle anlatan film bize şu soruları soruyor: Durup kenarda izleyecek miyiz? Yoksa tarihin bir parçası mı olacağız?
“No one is born hating another person because of the colour of his skin, or his background, or his religion. People must learn to hate, and if they can learn to hate, they can be taught to love, for love comes more naturally to the human heart than its opposite.”
“Hiç kimse, doğuştan, başka bir insanın ten rengi, geçmişi ya da dini yüzünden ondan nefret etmez.İnsanların nefreti öğrenmesi gerekir. Ve eğer, onlara nefret öğretiliyorsa, sevgi de öğretilebilir. Üstelik sevgi, kalbimize, karşıtı olan nefretten daha uygundur.”
Nelson Mandela
Long Walk to Freedom
HAKAN ADA
Yazar Yönetmen
Haziran 2008
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2008-06-09Yazar Hakan ADA
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4643536