Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı İle İlgili Değerlendirme Raporu
Türkiye son yıllarda Avrupa Birliğine uyum sürecinde yeni kanunlar hazırlanarak ya da eski kanunlardaki hükümleri değiştirerek hukuki mevzuatını AB ile uyumlu hale getirmeye çalışmaktadır. Kanunların değişmesi ve yenilenmesi genel olarak olumlu olmakla birlikte, kamuoyuyla yeterince paylaşılmadan veya ilgili kişi ve kurumlarca maalesef yeterince tartışılmamaktadır. Örneğin en çok tartışılan ve uzun süre kamuoyunda gündem olan Yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) bile başta düşünce özgürlüğü açısından olmak üzere bir çok maddesinin gözden geçirilmeye veya düzeltilmesine ihtiyaç vardır.

Yasal değişikliklerin asıl amacı hukuki gereksinim ve sosyal ihtiyaçları karşılamak yerine, siyasi yönü, yani AB’yle uyum sürecini tamamlamış olma yönüne daha çok önem verilmektedir. Bu da, kanunlarda yapılan değişikliklerin sadece görüntüde kalmasına ve öz olarak aynı kalması sonucunu doğurmaktadır. Bunun en somut örneği de DGM’leri kaldıran yasa ile kısmi iyileştirmelere karşılık, DGM’lerin adeta tabelasının değiştirilerek Bölge Ağır Ceza Mahkemesi olarak çevrilmesidir.

Yeni CMUK’ta da teklif edilen önemli değişiklikler dikkate alınmamış olup ciddi yenilikler getirmekten çok uzaktır.

17 Aralık AB zirvesinden önce çıkarılacağı belirtilen, kanunlaşmak üzere Meclise sevkedilen 10.09.2003 tarihli yeni Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun (CİK) Tasarısı da bir çok eleştiriyi beraberinde getirmekte ve diğer kanunlarla aynı akıbeti paylaşacağı görülmektedir. Kısaca da olsa değiştirilmesi veya düzeltilmesi gereken bir kısım maddelere değinmeyi ve bazı hususları kamuoyuyla paylaşmayı gerekli görüyoruz:

CİK Tasarısındaki bazı maddeler endişe verici hususları taşımaktadır. Özellikle CİK’in tutuklu ve hükümlülerin özgürlükleri kısıtlanmış kişilerin tutukluluk şartlarını veya hürriyeti bağlayıcı cezalarının infazını düzenleyen kanun olması itibariyle çok daha hassas bir şekilde ele alınması gerektiği hususu tartışılmazdır. Dört duvar arasında tutulan ve ceza veya tedbir olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin her türlü kötüniyet ve kötü muameleye açık olduğu hem tarihi örneklerden, hem de yakın tarihte ülkemizde veya dünyanın pek çok ülkesinde yaşananlarda bilinmektedir.

CİK Tasarısında yer alan insan hakları ve onuruyla bağdaşmayan, olumsuz sonuçlar doğurabilecek hükümlerin mutlaka değiştirilmesi gerekir. Bunun ilk adımı olarak kanunda kullanılan dilin düzeltilmesi ile başlaması gerektiğine inanıyoruz. Örneğin tasarının 6. maddesinde amaç olarak belirtilen ve yaklaşık 35 defa kullanılan ‘iyileştirme’ kavramı tutuklu ve hükümlülere hangi açıdan yaklaşıldığını ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım (siyasi veya adli) tüm hapsedilenleri ‘iyileştirilmesi’ gereken kişiler olarak görmekte, idare ise yegane ‘iyileştirici’ olarak görüldüğü sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

CİK Tasarısının 23. Maddesindeki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı ile ilgili hususlar, taşıdığı ağır şartlar ve kısıtlamalar gayriinsani ve insan onuruyla bağdaşmayan muamele özelliği taşımaktadır.

24. Maddede ‘katlanma yükümlülüğü’ tartışılmalıdır. Ayrıca, ‘kişilerin kendi yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere girişmeleri’nin katlanma yükümlüğü ihlali olarak görülmesi kabul edilemez. Ceza infaz kurumu uygulamalarından veya kişinin psikolojik rahatsızlığından kaynaklanabilecek olaylarda göz önüne alınmalıdır. Hükümlünün ‘iyileştirme proğramlarına tam bir uyum gösterme’ yükümlülüğü cezaevi idaresinin ‘iyi’sini dayatmaktadır.

27. Madde, hükümlülerin cezaevlerinin atölye ve işyerlerinde çalışmasını zorunlu kılıyor. Çalışma zorunluluğunun angaryaya dönüşmesi ve hükümlülerden ucuz emek olarak faydalanılması sonucunu doğurabilecektir.

38. Madde, açlık grevi yapma ve eğitimi savsaklamayı veya verilen eğitimi kabul etmemeyi hak mahrumiyeti sebebi olarak düzenlemektedir. Bu hüküm aynı zamanda cezaevinde zorunlu ‘eğitim’in yolunu açmaktadır.

39 Madde, iş yapma (çalışma) ile ilgili hükümler çok sıkı olarak düzenlemiş, ‘gerektiği halde çalışmama’ cezalandırılmıştır.

40. Madde ile ‘protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama eylemine katılmak, kurum işyurdu yönetim kurulunca uygun görülen işte çalışmamak, herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak, gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak’ atmak cezalandırılmıştır. Protesto amacıyla yemek almamak, sessiz direnişte bulunmak, marş söylemek gibi hususların ceza sebebi olarak öngörülmesi ile mahpusların adaletsizliğe kaşı çıkma, hiçbir itiraz ve tepki göstermeye hakkı olmayan, her durumda idarenin isteklerini yerine getirmeye hazır kişiliksiz bir robotmuş gibi ele alınmaları insan onuruna aykırıdır. “Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak” tan daha doğal ne olabilir!

64. Madde, cezaevlerinde tek tip elbise giyme zorunluluğuna yol açma imkanı vermektedir. Bu da mahpusları tek tipleştirme ve kişiliklerini yok etme amacı taşımaktadır.

119. Madde, bazı hallerde tutukluların hükümlülerden daha ağır şartlarda tutulabileceği öngörülmüş ve sıkı şartlara tabi tutulmuşlardır.

120. Madde, yine tutuklular için daha sıkı kurallar ile telefon ve ziyaretçi kısıtlanması, kamera ile izlenmesi, kelepçelenmesi gibi hukuksuzluğa imkan veren düzenlemeler yer almaktadır.

121. Madde, hükümlüler için düzenlenen infaz rejiminin tutuklular için de öngörülmesi, tutukluların peşinen suçlu / hükümlü olduğu anlayışıyla hareket edilmiştir.

Tasarı genel olarak, mahpusun kişiliğini ve insani özelliklerini yok sayan, onu bir makine veya robot ve iyileştirilmesi gereken bir varlık yaklaşılmış; mahpusları tek tipleştirme, kişiliksizleştirme ve ezme amacı güdülmüştür.

Tutuklular ve hükümlülerle aynı düzenlemelere tabi olması kabul edilemez. Hukukun temel ilkelerinden biri olan, hiç kimsenin bir mahkeme kararıyla sabit olmadıkça suçlu kabul edilemeyeceği kuralı göz önüne alınarak, geçici bir tedbir özelliği taşıyan tutukluluk durumunun hükümlülerin ceza infaz rejiminden özellikle farklı olarak ele alınması gerekir.

Hükümlü ve tutukluların haklarını kısıtlayan ve kötüye kullanıma açık soyut belirleme veya sınırlamalardan özellikle kaçınılmalıdır.

Özgürlüklerinden yoksun bırakılan ve dört duvar arasında yaşamak zorunda kalan insanların özel durumu hassasiyetle ele alınmalı ve özel şartları nedeniyle kötüye kullanıma, keyfiliğe ve hukuksuzluğa imkan veren düzenlemelerden ısrarla kaçınılmalı ve buna uygun değişiklik ve düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır.
Hazırlayan
Av. Halim Yılmaz

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı Yurt İçi RaporlarTarih 2004-12-10
Şube ve Temsilcilerimiz
istanbul
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk. No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (212) 526 2440 | Faks: +90 (212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4644425