DEPREMDE ZARARA UĞRAMIŞ KİŞİLERİN
HAK ARAMA SÜRECİNE İLİŞKİN DEPREM RAPORU
Av. M. Bülent Deniz
31.08.1999
GİRİŞ
17 Ağustos 1999 günü Türkiye'de, literatüre "İzmit Depremi" olarak geçen, 7.4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Deprem ile birlikte bugün itibariyle yaklaşık olarak 15.000'e yakın vatandaşımızın öldüğü, 30.000 civarında vatandaşımızın da yaralandığı açıklanmaktadır. Henüz enkaz altında kalan ve cesedine dahi ulaşılamamış veya kayıp olduğu sanılan 30.000 vatandaşımızın daha bu listeye eklenmesi beklenmektedir.
Deprem ile birlikte Türkiye'de bazı sorular yüksek sesle sorulmaya başlanmış, bu büyüklükte bir depremin yabancı ülkelerde de meydana gelmesine rağmen çok az sayıda kayıpla atlatıldığı gerçeğine atfen;
• neden bu kadar çok sayıda binanın çöktüğü,
• neden bu kadar çok kayıp verildiği,
• neden kurtarma çalışmalarının zamanında ve belli bir organizasyon içinde gerçekleştirilmediği,
• neden depremzede yurttaşlarımıza gerekli yardımın devletçe zamanında ve yeterli olarak gönderilmediği
gibi bir takım hususların cevapları aranmaya başlamış ve bugün gelinen nokta itibariyle göçük altında kalanın devlet, derin devlet olduğu (Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmamalı, Murathan Mungan, Hürriyet 29.08.1999) gerçeği genel kabul görmüştür.
Umuyor ve diliyoruz ki, bu büyük afetin ülkemize ve milletimize yararı bu olsun. Devlet kavramı, yurttaşı tarafından yeniden sorgulansın, tanımlansın ve olması gerektiği yere oturtulsun. Böylelikle tüm yetkileri merkezde toplayarak devlet olmaya çalışan zihniyetin, bu gelenekten arındırılarak yerelleşmeye ve sivilleşmeye doğru o kaçınılmaz yolcuğu başlasın.
Böyle bir yolculuğun henüz başında iken, sivil inisiyatifin erdemini ve gücünü görmüş olan Türkiye yurttaşı, inanıyoruz ki bu yolculuğun sonunda tüm kurum ve kişileriyle olmaması gereken yerde olan ve olması gerektiği yerde de olamayan devleti, sadece ve sadece olması gerektiği yere doğru itecektir.
Bu açılımların demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri bakımından da Türkiye'yi ileri taşıyacak, kısacası bu afet sonrasında, Türkiye'nin bu afetten, bu fırsatı üretebilmesi halinde olumlu bir toplumsal bir dönüşüm yaşanacaktır.
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İstanbul Şubesi Hukuki Yardım Merkezi olarak "Depremde Zarara Uğramış Kişilerin Hak Arama Sürecine İlişkin Deprem Raporu" başlıklı bu çalışma ile esas itibariyle, teknik olarak hukuki başvuru imkanları konusu açıklığa kavuşturulmak istenmekle birlikte öte yandan devletin afet öncesi ve afet sonrası olumsuz ve eksik duruşuna dikkat çekilmek istenmektedir.
müteahhit, teknik uygulama sorumlusu, belediye ve bakanlık aleyhine hukuki başvuru yolları
Deprem ile birlikte çok sayıda binanın yıkılmasının ardında çarpık ve plansız kentleşmenin olduğu, binaların imar ve deprem mevzuatına uygun yapılmadığı, mevzuata aykırı binalara belediyelerce oy kaygısıyla izin verildiği, binaları yapanların inşaat maliyetlerinden kaçmak gayesiyle çürük evsafta binalar inşa ettikleri bir gerçektir.
Acıdır ki, buzdolabı alırken gösterdiğimiz hassasiyeti ev alırken veya kiralarken gösteremiyoruz. Çünkü ülkemizde yeni konut üretimi nüfus artışına, göç dalgasına yetişemiyor. Dolayısıyla konut ihtiyacı zaman içinde artıyor, artıyor. İktisat ilminin temel kuralı olan arz-talep kuralını bu olaya uyguladığımızda, konut ihtiyacının olduğu bir ortamda konut alıcısının konutun depremde çöküp çökmeyeceğini araştırması ondan beklenebilecek bir davranış değildir. Dolayısıyla burada konut alıcısı tüketiciden ziyade, konutu üreten ve bu şekilde konut üretimine göz yuman idarenin davranışının eleştirilmesi ve yargılanması gerekir.
ceza hukuku bakımından sorumluluk
Bu husustaki akla gelen ilk başvuru imkanı, Cumhuriyet Savcılıklarına yapılacak olan suç duyurularıdır. İnşaatı yapan müteahhit, teknik uygulama sorumlusu aleyhine yapılacak suç duyurusu ile Türk Ceza Yasasının 552. ve ilgili maddelerine göre bu kişilerin cezalandırılmaları talebiyle Cumhuriyet Savcılıklarına başvurulabilir.
Burada bir hususu belirtmek gerekir: Deprem sonrası, deprem mağduriyetlerinin birkaç müteahhide ihale edilerek diğer sorumlu kişi ve kuruluşların bu sorumluluktan kurtulmaya çalıştıkları gözlenmektedir. Kanaatimizce, yapılan inşaatı gereği gibi denetlemeyen kontrolörden, belediye idarecilerine, bakanlık idarecilerine kadar uzanan zincirdeki tüm kamu görevlileri de ceza hukuku bakımından Türk Ceza Yasasının, görevi ihmal ile ilgili 230. maddesi kapsamında sorumludurlar.
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla Cumhuriyet Savcılıkları re'sen bu hususlarda tahkikat başlatmışlardır. Ancak olay sayısının çokluğu sebebiyle zarar görmüş vatandaşlarımızın bir dilekçe ile durumu Cumhuriyet Savcılıklarına bildirmelerinde fayda görmekteyiz.
tazminat hukuku bakımında sorumluluk
Diğer bir başvuru imkanı da, depremde evleri yıkılmış ve/veya yakınlarını kaybetmiş yurttaşlarımızın, ilgililer aleyhine zararlarının karşılanması talebiyle dava açmalarıdır. Açılacak davalar; binayı yapan müteahhit, binanın teknik uygulama sorumlusu, belediye ve bakanlık aleyhine açılmalı, binanın ve menkul malların zarar görmüş olmasından dolayı maddi tazminat ve yakınların ölümünden dolayı manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatı taleplerini içermelidir.
Bu davalar hukuk davası olarak müteahhit, TUS. sorumlusu gibi ilgili kişiler aleyhine Asliye Hukuk Mahkemelerinde, Belediye ve bakanlık aleyhine de idari dava olarak İdare Mahkemelerinde açılmalıdır.
delillerin tesbiti meselesi
Bu dava sürecinden önce, ilgili tüm kurumların da belirttiği gibi delilin tesbiti hususu önem taşımaktadır. En önemli delil olan bina enkazı, maalesef enkaz kaldırma çalışmaları ile kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmakta, bu delili tesbit edecek adliye, hakim ve bilirkişi bulunmamakta, delil tesbitini talep edecek vatandaşımızın ruh hali ve içinde bulunduğu afet koşulları, vatandaşımızın öncelikleri arasında barınma, yiyecek, sağlık ve güvenlik hususlarının mevcudiyetini dayatmakta, hak arama sürecini başlatmak isteyen vatandaşımızın karşısına da, bilirkişi ve keşif masrafları, yargı harçları çıkmaktadır.
Siyasi otorite, almış olduğu Kanun Hükmünde Kararname yetkisine dayanarak kararname çıkaracak ise, öncelikli olarak bu hususlara önem vermelidir. Afet bölgesindeki vatandaşların yargı harçlarından muaf olması, yaptıracakları keşiflerde bilirkişi ücretlerinin devletçe ödenmesi, afet bölgesi dışından hakim,savcı ve adli personelin görevlendirilmesi, vekaletname, kimlik belgesi gibi muamelelerde beyana itibar edilmesi gibi düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekmektedir.
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İstanbul Şubesi Hukuki Yardım Merkezi olarak, Mazlumder İstanbul Şubesinin depremin olduğu günden itibaren yapmış olduğu yardım çalışmalarına paralel olarak aynı duyarlılık ve yoğunluk içinde deprem bölgesinde vatandaşlarımızın bilgilendirilmesine yönelik olarak hukuki yardım çalışmaları içinde olacağız.
devletin hizmet kusuru sebebiyle sorumluluğu
Ülkemiz, depreme duyarlı bir coğrafyada bulunmaktadır. Bir çok hareketli fay kuşağı ülkemiz toprakları içindedir. Ülkemizin deprem bakımından riskli bir bölgede olduğu, geçmişten günümüze yaşanan büyüklü-küçüklü depremler ve deprem bilimcileri tarafından kanıtlanmış, tartışılması mümkün olmayan bir gerçekliktir.
Böyle bir coğrafyada kurulmuş bir ülkenin devletinin bu riski gözönünde tutarak bir takım tedbirleri almış olması beklenir.
Oysa ki, İzmit Depremi ile devletin deprem riskine karşı kentleşmeden, yapılaşmaya kadar hiçbir düzenlemeye gitmediği, deprem anında ve sonrasında yurttaşının yardımına koşabilecek iletişim, ulaşım, sağlık, kurtarma, ilh... imkanlarından yoksun olduğu görüldü.
Öncelikle afet öncesi, afet anı ve sonrasında devlete düşen görevlerin hukuk metinleri ile nasıl düzenlendiğini tesbit etmek istiyoruz:
• 4 Kasım 1950 tarihli AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ (Bu sözleşme ülkemiz tarafından 4 Kasım 1950 tarihinde imzalanmış, 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı yasa ile TBMM. tarafından onaylanmıştır.)
• madde 2: Herkesin yaşama hakkı kanunla korunur.
• TC. ANAYASASI
• madde 17: Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
• madde 56: Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların görevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
• madde 57:Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.
• madde 119: Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde,Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.
Görülmektedir ki, genel ifadeleri taşıyan bir afet mevzuatı ile karşı karşıyayız. Oysa ki, yukarıda da belirtildiği gibi deprem kuşağında yer alan bir ülkenin şartların uygun bir deprem mevzuatının olması gereklidir. Bu itibarla ülkemizin içinde bulunduğu deprem riski koşullarına uygun yasama çalışmaların bugüne kadar gerçekleştirmemiş TBMM. üyelerinin yaşanan bu faciada manevi sorumlulukları bulunmaktadır.
İstanbul'da bulunan Kandilli Rasathanesi tarafından hazırlanmış ve maliyeti üç milyon dolar olan, deprem anında erken uyarı sistemine ilişkin bir projenin yıllardır Yüksek Planlama Kurulunda beklediğini ve böylelikle hayata geçirilemediğini de bu afet dolayısıyla öğrendik. Deprem riski taşıyan bir ülkenin deprem master planına sahip olması ve gerçekleştirmiş olması beklenirken, bir erken uyarı sisteminin dahi kurulamamış olması TC. Devletinde bu konu ilgili görev yapmış bütün görevlilerin manevi yönden sorumluluğunu gerektirmektedir.
Yukarıda zikredilen 7269 sayılı yasada belirtildiği şekilde deprem riski taşıyan bölgelerde yerleşme ve yapılaşma izni veren merkezi ve yerel otorite namına hareket etmiş görevliler de bu faciada sorumluluk sahibidirler.
Buraya kadar kabaca açıklanan hususlar afet öncesi, sorumluluk sahibi bir devlet anlayışından yapması beklenen önlemlerdir. Ancak bu afet ile görüldü ki, devlet depremin ilk saatlerinde deprem bölgesiyle tüm iletişimini kaybetti, ulaşım hiçbir kurtarma ve yardımın ulaşmasını sağlayamayacak ölçüde çöktü, enkaz altında kalan yurttaşlarımız çok kıymetli olan ilk birkaç saati yardım dileyerek geçirirlerken, Ankara'da devlet kurtarma ekibini göndermek bir yana tam bir dağınıklık sergileyerek bölgede neler olup bittiğinin bile farkına varamadı. Böylece yardım bekleyen insanlar diri diri toprağa gömüldüler, haykırarak ve yardım dileyerek son nefeslerini verdiler.
Devlet, enkaz altındaki canlıyı kurtaramamakla kalmadı, günler sonra ulaştığı bölgede, enkaz altında bulunan cesetleri dahi çıkaramamıştır. Depremden sonra günler geçmiş olmasına rağmen, halen dahi enkaz altında binlerce cesedin varlığından söz edilmektedir. Bu durum yurttaşlarımızın moral değerleri üzerinde tahribat yaptığı gibi genel sağlık açısından da tehlike oluşturmaktadır. Maalesef devlet imkanları burada da yeterli ölçüde kullanılamamıştır.
Afet bölgesinde, sağ olarak depremden kurtulmayı başaran insanlarımız da, barınma, güvenlik, gıda ve sağlık ihtiyacı ile karşılaşmıştır. Ne yazık ki, bu ihtiyaçlara yönelik olarak devletçe yapılanların yetersiz ve kalitesiz olduğu üzerine basında sürekli olarak haberler yer almaktadır. Afet bölgesindeki yurttaşlarımız kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmekte, bu ülkenin insanları kendi aralarında örgütlenerek birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışmaktadırlar.
Tüm bu anlatılanlar ışığında, afet öncesi devletçe alınması gereken tedbirlerin alınmamış olması ve gerekenlerin yapılmamış olması hukuki sorumluluk bakımından konu ile ilgili görev yapmış tüm görevlilerin sorumluluğunu gerektirir kanaatindeyiz. Ancak bu husus, meselenin bir başka boyutunu oluşturmakta olduğundan bu raporun kapsamı dışında mütalaa edilmektedir. Bu itibarla, enkaz altında yakını ilk saatlerde canlı olarak kalan yurttaşlarımızın yakınlarının gerekli kurtarma çalışmalarının zamanında ve yeteri kadar yapılamamış olması sebebiyle vefat etmiş olmalarından dolayı devletin hizmet sebebiyle kusuru bulunmaktadır. Bu hukuki tesbitten yola çıkarak Başbakan, Bakanlar Kurulu ve ilgili Bakanlıklar aleyhine idari yargıda tazminat davalarının açılabileceğini, hatta bu davaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne kadar götürülebileceğini düşünüyoruz.
Bu hukuki mütalaa ile güdülen amaç, devletin kendi yurttaşına görevini tam olarak yerine getirmesini temin, aksi durumda bunun hesabının yurttaşına en azından tazminatla ödemesi ve Türkiye yurttaşının da, olağan durumun dışında çalışamayan devlet çarkından hesap sorabilecek, hakkını arayacak konuma gelmesidir.
sonuç
Depremin olmasından dört gün sonra olayın boyutlarının farkına varan bir devlet anlayışı ile karşı karşıyayız. Tüm olanlardan sonra, "depremi suçlayın" söylemiyle, "devlet vatandaşının hizmetindedir" diyeceği yerde "devlet vatandaşının yanındadır" demeye devameden iflas etmiş bir devlet anlayışını yeniden ortaya koyan bir yaklaşım ile karşı karşıyayız. Devletten beklenen sivil toplum kuruluşlarının organize etmesi ve desteklemesidir.
Bu milletin evlatları, 600 yıllık bir geleneğin mirasçıları olarak kendi içinde örgütlenmesini, birbirinin yardımına koşmasını ve yaralarını sarmasını bilirler. Yeter ki, ona gölge edecek kimseler olmasın.
Bu elim olaydan sonra bu yanlış devlet anlayışının sorgulanarak, yukarıda anlatılan şekilde kendi kendine yetebilen millet üzerindeki devlet ağırlığının kaldırılması Türkiye'nin kazancı olacaktır.
İNSAN HAKLARI VE MAZLUMLAR İÇİN DAYANIŞMA DERNEĞİ
İSTANBUL ŞUBESİ
HUKUKİ YARDIM MERKEZİ
YAYIN BİLGİLERİKategori Adı
Yurt İçi RaporlarTarih
1999-08-31